Ahir zamanda bizleri kurtuluşa taşıyan dilimiz
Her şeyin fani olduğu bu dünya hayatında birbirimizle, muhataplığımız, alışverişimiz, nice yarenliklerimiz var. Değil mi ki bu koca insanlık ailesinin içine atılmışız bir kere. Bir kere sorumluyuz, bir kere imtihandayız ve kaçış yok.
Nice değişik dillerimiz var birbirimize bizi yaklaştıran. Yüreklerimizle görüyoruz bazen birbirimizi. Kalbimizin sıcaklığı sevdiklerimizin kalbinin sıcaklığına aktığında anlıyoruz sevgimizi, muhabbetimizi. O zaman sözler tükeniyor. Kelimeler kifayetsiz kalıyor. Yetmiyor sözcükler anlaşmamıza. Yüce duyguları yüklenmiş yüreklerimizin muhabbetine... Bu yüklerde neler yok ki. Mümin duyarlılıklarla dokuduğumuz nice aşklarımız, kardeşliklerimiz, dostluklarımız. Yürekten yüreğe akan nice kardeşliklerimizin bereketi Rabbimin rızası için kurulan dostluklarımızın semeresi değil midir?
Sevgi dilinin yegâne temsilcisi yürektir. Yüreklerimizde büyüttüğümüz Rabbimin rızasına ram olmak için buluştuğumuz nice beraberliklerimiz sonra…
Yürüdüğümüz yollarda, güneşin altında, nefes alıp verdiğimiz fani dünyada konuşuruz sonra… Rabbim bize anlaşmamız için vermiştir dili. Dilimiz döndüğünce anlatırız sevgimizi, dostluğumuz, aşkımızı, hıncımızı, kinimizi, buğzumuzu Bazen de susmak en iyi anlaşma yoludur. Dilimiz bize imkândır ama imtihandır da. Dilimiz bizim en büyük dostumuzdur ama aynı zamanda en büyük düşmanımızdır da…
Seslenişimiz önce kendimize, sonra ailemize ve çevremize ve en son da soluklandığımız dünyamızadır. Yaratılmışlar içinde bizi üstün kılan dil ile anlaşabilmemiz ve iletişim kurmamızdır. Bu durum bizim için müthiş bir imkândır ama aynı zamanda bizi zorlu imtihanlara da taşıyan bir haslettir.
Eşrefi mahlûkat içinde yaratılmışların üstünü olmanın getirdiği sorumluluklardan birisi de konuşma yetisine sahip olmaktır bir bakıma.
Kendimizle hep konuşma halindeyizdir oysa. İçimize, yüreğimizi nice seslenişler göndeririz. Kendimizi seslenişlerimizle terbiye ederiz. Kendi kendimizle konuşmamız bir bakıma bir muhasebeye de yol açar. “Dünyaya gelmek bir saldırıya uğramaktır.” diyen İsmet Özel yine der ki; “Yaşıyor olmak savaşıyor olmaktan başka bir şey değildir.” Tam da İsmet Özelin dediği gibi ağlayarak başladığımız dünya hayatıyla bir savaşın eşiğinde buluruz kendimizi. Bu çetin savaşın müdavimleri olan bizlere konuşma yetisini veren Rabbim aslında en büyük yardımı da yapmış olur.
Fani olan dünyamızda ve kendi küçük dünyamızda yaptığımız nice çatışmayı karşı tarafa da aksettiğimizde başlar dilsizliğimiz. Bir imkân olan dilimizi oysa kırdığımız nice gönlü kaybederek imkânsızlığa ve silaha dönüşmüştür.
Ne diyordu mutlak ‘söz’ün sahibi Rabbimiz; “ Allah’ın güzel- doğru bir söz için nasıl bir misal verdiğini görmüyor musun(uz). Kökü sapasağlam, dalları göğe doğru uzanan güzel-diri bir ağaç gibidir o )ki, Rabbinin izniyle her mevsim meyvesini verip durur. Allah insanlara ( işte böyle) misaller veriyor ki, ( değişmeyen gerçeği) düşünüp kendilerine ders çıkarsınlar.( İbrahim 24,25)
Eskilerin deyimiyle, “Boğaz dokuz boğumdur” ifadesi gibi pek çok ifade dilin fütursuz hallerini terbiye etmeye yöneliktir. “Dilin kemiği yok” derken de söylemin, konuşmanın bir terbiyeye ihtiyaç duyduğu vurgusu yapılır.
Yukarıdaki mezkûr ayet aslında tüm meramımızı öylesine güzel anlatır. Ağızdan çıkan söz öylesine kavi ve güçlüdür. Sapasağlam gümrah meyve veren ağaçlar gibi. Ve Cemil Meriç’in ifadesiyle: “Söz, iki sonsuz arasında bir çırpınış. Hayat gibi sıcak ve dost.” Meyve veren ağaçlar gibi söz besler ve eğitir. Kalpleri yumuşatır. Söz diriliş suyu gibi çölleşmiş, kurumuş nice bedeni inşirahlara taşır. Güzel söz böylesine verimli, böylesine insanoğlunu kuşatarak dirilişe ve imana taşır. Söz’ün sahibi Rabbimiz ne diyordu sonra; “ Ve çirkin bir sözün durumu ise, kökü toprağın üzerine çıkarılmış, bütünüyle kararsız, dayanıksız çürük bir ağacın durumuna benzer”.( İbrahim 26)
Mümin bireylerin her alanda olduğu gibi konuşma ve söz söyleme noktasında da Rabbim tarafından terbiye edildiğini uyarıldığını görürüz. Azalarımız arasında en kıvrak, en cesur en yetenekli hal ile yaratılmış olan dilimiz aynı zamanda keskin kılıçlara, sokan yılanlara dönüşebilir.
Geçici dünyada soluklanırken temsil etme noktasında her zaman eksik olduğumuz İslami yaşantımızda en büyük eksikliğimiz de belki bir dil oluşturamamış olmamızdır. Efendimizin asırlar öncesinden putlarla dolu, cahiliyetinin batağında çırpınan bedevi bir toplumu nasıl arkasından sürüklediğine baktığımızda en büyük silahının onların kalplerini yumuşatan bir lisanla onlara seslenmesi olduğunu biliriz.
Onun, içinde yaşadığı bedevi cahiliye toplumuna seslenişi aynı zamanda asırlar sonrasının modern çıkmazlarda boğulmak üzere olan, tükenen, acılar içinde kıvranan tüketim toplumunun has bireylerine de abı hayat gibi durmaksızın akmaktadır.
Belki de biz Müslümanların en büyük handikaplarından birisidir ki Efendimizin diline O’nun seslenişine eşdeğer bir söylemi oluşturamamış olmamızdır. Barışın, huzurun, kurtuluşun temsilcisi olan İslam dini nasıl olmuş da bu gün kargaşanın, terörün, nice kıyımın, yokluğun temsilcisi gibi görünmektedir.
İnsanlığa bir diriliş muştusu gibi onları kurtuluşa, cennete, dünyada ve ahirette ebedi mutluğa taşıyacak olan yegâne din İslam’dır. Bunu bilir ve iman ederiz. Her koldan kuşatıldığımız, İslam coğrafyasının kan gölüne döndüğü ve aklımıza gelmeyen nice anlayışın Ortadoğu’yu kuşattığı şu günlerde dönüp kullandığımız dile, kurduğumuz iletişime bakmamız gerekiyor.
Ahir zamanda kurtuluşumuz Peygamberi bir söylemi yakalamak, bu söylemin bu dilin kurtuluş ve ümit aşılayan seslenişine kulak vermemizdir.
Selvigül Şahin