Ahde vefa
“Antlaşma yapma, söz verme, vaat ve taahhütte bulunma, sorumluluk, sözüne bağlılık” gibi manalara gelen
ahit kelimesi ile “sadakat, bağlılık, samimiyet, yerine getirme” gibi anlamlara gelen vefa kelimesinin birleşimi
olan “ahde vefa”, “Sözünde durmak, verdiği sözlere bağlı kalmak, özü ve sözü doğru olmak” anlamlarına gelir.
İslâm ahlâkının en önemli prensiplerinden biri olan ahde vefa islâmi şiarlardan biri ve belki de en
ehemmiyetlisidir. Bir dostluk borcu, Müslüman şahsiyetine ait şiarların en mühimlerinden biri olan ahde vefa
beşerî hayata seviye kazandıran manevi bir haslettir.
“Müminler anlaşma yaptıklarında sözlerini tutarlar; darlıkta, hastalıkta ve savaş zamanında sabrederler.
İşte doğru olanlar bunlardır ve işte takvâ sahipleri bunlardır.” (Bakara; 177), “Yine o müminler emanetlerine ve
ahidlerine sadakat gösterirler.” (Mü'minûn; 8), “Müminlerden bir kısmı Allah’a verdikleri sözü yerine
getirdiler” (Ahzâb; 23), “Emanetlerine ve ahidlerine riayet edenler.” (Meâric; 32) buyuran Yüce Allah ahde
vefayı müminlerin karakteristik özellikleri arasında sayar. Ahde vefa gösteren kulların ebedi alemde makamını
Adn cennetleri olarak müjdeler.
Ahde vefa sadece müminler arasında değil, Müslüman olmayan taraflara dahi verilen söz istikametinde
uygulamada bulunulması emredilmektedir. Ümmet için örnek bir yaşayış sürdürmüş olan Hz. Peygamber’in
Hudeybiye Antlaşması’ndan hemen sonra, yanındaki Müslümanların itirazlarına rağmen, kendisine sığınan Ebû
Cendel’i antlaşmanın gereği olarak müşriklere iade etmesi hem sözünün eri olduğunun hem de ahde vefa
gösterdiğinin örneğidir. Çünkü ahde vefa ile sadakat arasında kopmaz bir bağ vardır. Ahde vefa müminin ahlâkî
bir borcudur. İster insanlara ister Allâh'a karşı verilmiş olsun her ahid ve söz, yükümlülük şartlarını taşıyan her
insanı borçlu ve sorumlu kılar. İnsan öncelikle kendisini yoktan var ederek ona iman nimetini lütuf ve ihsan eden
Cenâb-ı Hakk’a karşı, ikinci olarak Peygamber Efendimize, daha sonra da ana-babaya, hısım-akrabaya ve bilhassa
din kardeşlerimize vefâ sâhibi olmalıdır. Sözün özü bütün mahlukata karşı da vefâ hisleriyle davranmak lâzımdır.
Çünkü mahlukata vefa Halik’a vefadır. Yaratılmışlara vefa sadakatiyle davranan müminin varacağı son menzil
Yaradan’dır. Vefalı olmak Allah’ın emirlerinden, Peygamberimizin hasletlerinden ve erdemli Müslüman olmanın
gereklerindendir. Vefakarlık peygamberler, veliler ve faziletli insanların bir vasfı olup manevi hayatı yücelten bir
haslettir. Vefa Müslümanın en belirgin özelliklerinden biri olduğu gibi vefasızlık fıtrata ters düşen bir huy ve
münafıklık alametlerindendir.
“Anne-babamı ardımdan ağlar bırakıp Sana geldim ya Rasûlâllah!” diyen bir gence; “Onların yanına geri
dön ve ikisini de nasıl ağlattıysan öylece güldür!” diyerek geri göndermesi, anne ve baba için “İyiliklerin en
değerlisi, insanın babası öldükten sonra, baba dostunun ailesini kollayıp gözetmesidir.” sözü, huzuruna Hz.
Hatice’nin yaşlı bir arkadaşı geldiğinde onun hatırını sorup iltifat ederek “Hatice’nin arkadaşı olup onun
sağlığında bize gelip giderdi. Kuşkusuz ahde güzel bir şekilde vefa göstermek imandandır.” Buyurması, kendisini
sık sık ziyarete gelen Ebû Leheb’in câriyesi Süveybe’ye izzet ve ikramda bulunması, sahabenin arasında vuku
bulan küçük tartışmalarda onları koruması, Habeşistan’dan Necâşî’nin gönderdiği heyet için “Onlar benim
ashabıma iyilik yaptılar, ben de bizzat onlara iyilik yapmak istiyorum.” Demesi peygamberimizin ahde vefasından
Vefakârlık ve kadirşinaslık imandandır, vefasızlık ise nifak alametidir. Vefakârlık asil insanların
özelliğidir. Peygamber ahlâkına sahip kişilerin, kumaşı has olanların yapabileceği bir yiğitliktir ahde vefa…
Allah’ım! Bizleri vefalı olanlardan eyle…