Dolar (USD)
32.52
Euro (EUR)
34.71
Gram Altın
2487.46
BIST 100
9524.59
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

23 Ekim 2013

Ah! Şu Şakacı İngilizler

Türkiye, İngiltere'de yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre öğretmenlere en çok değer veren ülkeler arasında, Çin ve Kore'den sonra üçüncü sırada yer alıyormuş. Hani derler ya, duy da inanma!

Türkiye'nin en nüktedan entelektüeli Ahmet Hamdi Ayan'ın da dediği gibi; "İngilizler herhalde Öğretmenler Günü'nde atılan nutuklara bakarak böyle bir sonuca vardılar." Keşke araştırma sonuçlarının gerçekle olan bağlantısını daha az hafife alsalardı.

Öğretmene değer vermekten söz edilecekse, bunun için Türkiye'de mebzul miktarda örnek var. Öyle yurtdışı araştırmalarına bel bağlamaya da gerek yok. Durumu daha açık bir biçimde ifade edebilmek için çok basit bir soru soralım, sorduğumuz basit soruya da basit bir cevap verelim:

Soru:Türkiye'de öğretmen kimdir?

Cevap:Öğretmen, ilköğrenim dışında tahsile devam etmemiş kamu çalışanlarından daha az maaş alan kamu görevlisidir.

Mesele sadece ücret de değil.

Öğretmenler, Türkiye'de Milli Eğitim sistemi içerisinde mütevazı bir paydaş olarak bile kabul görmeyen kişilerdir. Eğitim-öğretim meselesinde görüşlerine başvurulmaz, eğitimi geliştirme noktasında kendilerinden bir katkı beklenmez. Ama bir eğitim-öğretim yılı içerisinde binlerce kağıda imza atmaları, yüzlerce formu doldurmaları istenir.

Evden okula gelirken ne giyecekleri, sınıfta neyi nasıl anlatacakları, bitmek tükenmek bilmeyen törenlerde neyi nasıl yapacakları; kılı kırk yaran yönetmeliklerce tam tepeden belirlenmiş ve kaskatı bir şablonun içine hapsedilmiş kişilerdir öğretmenler.

Garnizon ve kışla düzeninden çıkamayan okullarımızda asker gibi, polis gibi nöbet tutturulan kişilerdir öğretmenler. Tuttukları nöbetin amacı okulda güvenliği sağlamaktır. "Ben polis miyim, asker miyim?" diye sormadan tutarlar nöbetlerini. Yetmez, bir de nöbet üzerinden okul idaresiyle psikolojik gerilim yaşamak zorunda kalırlar.

-"Hocam, 5 dakika geç kaldınız?",

-"Hocam, nöbet yerinizi terk etmişsiniz?"

-"Hocam, nöbet öğretmenin asli işidir!"

-"Hocam, sarı zarfınız hazır!"

Evet, acı ama gerçek, bu listeyi uzatabiliriz; lakin ne buradaki yerimiz buna yeter ne de anlatacaklarımız biter.

Onun için sadece diyorum ki; alacağınız olsun ey İngiliz araştırmacılar! Öğretmenlerimizin böylesine muzdarip oldukları bir konuda şaka yapmaya utanmıyor musunuz?

Okulu Özgür Düşüncenin Kalesi Yapalım

Söz eğitimden açılmışkenu2026

Bildiğimiz anlamda okullar, modern dönemin başlangıcında, fabrika düzenine öykünülerek icat edilmiş kurumlardır. Mimari yapısından, idaresine bu böyledir. Michel Foucault; fabrika, hapishane, hastane ve okuldan oluşan kurumsal düzeneği "büyük kapatılma" olarak adlandırır ve bize modern toplumun bir resmini sunar.

Türkiye'de özgürlükler ile ilgili önemli adımlar atılırken mevcut okul kültürü ciddi bir sorgulamaya tabi tutulmalıdır. Sadece, okul idaresi-öğretmen-öğrenci ilişkisinin mevcut durumuna bakılsa, böyle bir okul düzeninden; özgür düşüncenin, açık zihinle sorgulayabilme becerisinin çıkmayacağı anlaşılacaktır.

Öğretmen, kendisini özgür hissedemediği, 19.Yüzyıl atölye yönetimi anlayışını sürdürmeye çalışan idare biçiminin baskısını hissettiği bir yerde; özgür düşünmek, açık fikirli olmak, düşündüğünü rahat bir biçimde ifade edebilmek ile ilgili öğrenciye ne verebilir?

Okulu herhangi bir devlet dairesi gibi gören bir anlayışla eğitimde esaslı bir dönüşümü gerçekleştiremeyiz. Okullar modernliğin tarihi içerisinde "düzen istasyonları" olarak konumlandırıldı. Bu işleve uygun olarak biçimlendi. Katı hiyerarşik yapı hem öğrencileri hem öğretmenleri "terbiye" yoluna gitti. Ama şimdi görüyoruz ki siyaset-toplum ilişkisindeki değişim ve dönüşüm bu dikey konumlanışı reddediyor.

Okulu toplumun talebi ve gerçeği ile bağdaşır, özgür düşüncenin kaleleri haline getirmek, okulun ve eğitimin kurgusunu ve uygulama pratiklerini sorgulamayı gerektiriyor. Bu noktada esaslı sorgulamaların olmayışı; eğitimin toplumsal barışa, anlayışa, hoşgörüye ve özgürlüklere yapacağı katkıyı mümkün olmaktan uzaklaştırıyor.