Ah Hasan ahhh!
Galiba birkaç yıl oldu bu
hadisenin üzerinden zaman geçeli. Lakin hâlâ yüreğim, o günkü acıyı yaşar gibi
bir elemin sıcaklığını hissetmekte.
Şehr-i Nur’un sonbahar
mevsiminin güzel bir cumartesi günüydü. Mutat üzere sabah kahvaltısından sonra
evden çıkmıştım. Kenar semtteki evimizden kentin merkezindeki arkadaşlarla
buluşma yerimize gelmiştim. Hoşamediden sonra gönül dostlarıyla yarenliğe
başladık. Sohbetin halvetinden şehrin hallerine kadar uzanan bir gönül
iklimiydi bu dem. Ortamın halavetini çaylarımız daha da sıcak kılıyordu.
Aradan çok fazla zaman
geçmemişti. Güzel giyimli bir beyefendi ve yanında ondan daha güzel bir genç selam
vererek içeriye girdiler. Selamlaştık. Hürmet ettik, yer gösterdik. Çaylarımızdan
da ikram ettik.
Hemen fark etmiştim adamın
yüzündeki çaresizlik ve acizliği. Gencin siması ise bütün güzelliğiyle beraber
bir derdin pençesinde kıvranmanın hüznünü anlatır gibiydi.
Kısa bir konuşma ve ardından
gelen derin bir sessizlik hakim oldu mekana. Ardından yeniden başlayan
konuşmanın acısıyla hepimizin yüreğini büyük bir elem kapladı. Ve adam kapana
kısılmış ve çaresizlikle çırpınmaya başlamış bir kuş gibi başladı terennüme.
— Allah aşkına bana yardımcı olun. Muhammed (A.S.M.), İsa(A.S.) aşkına
bana bir yol gösterin. Çok çaresizim.
— Lütfen sakin olun beyefendi.
Elimizden ne gelirse yapmaya hazırız. Önce şu çayınızı için. Sonra konuşuruz.
— Çay mı gider boğazımdan efendim, çay mı?!
— Senin adın neydi delikanlı?
— Haaasaaan
— Efendim bu benim oğlum
Hasan. Lisede okuyor. Ben de şu kurumda mühendisim.
— Oh maşallah. Hasan, adın gibi
çok güzelsin.
— Sağ olunnn.
— Ne güzel baba-oğul gezmeye
çıkmışsınız. Hem çok iyi anlaşan arkadaşlar gibisiniz.
– Öyledir babaaam. Ama ben değilim, ben değilim.
— Dur Hasanım yapma öyle.
Yüreğimdeki sızıyı artırma.
— Yok baba yokkkk. Benden sana arkadaşşşş olmadığı gibi evlattt da olmaz.
— Dur Hasanım. Allah aşkına dur. Yorma kendini. İstersen
biraz da bu beyefendileri dinleyelim.
— Bırakın efendim Hasan
konuşsun, bırakın. Çok tatlı bir genç. Belki bize söyleyecekleri var.
—
Bilemiyorum beni ne kadar anlayacağınızı. Ama derdimin artık bu ülkedeki çoğu
ailenin derdi olduğuna inanmanızı isterim efendim.
— Hasan benim göz nuru bir
evladım, diğerleri gibi. Hayat dolu, zeki ve her türlü değere saygılı bir
evladım. Okulda da çok başarılıydı. Biz bütün bunları görünce evladımızın
etrafının da kendisi gibi böyle güzelliklerle dolu olduğunu sandık ve onunla
ilgilenmeyi bırakıp işlerimize daldık.
Ne yazık ki öyle değilmiş dışarısı beyler.
Bir gün okuldan acil çağırdılar. Büyük bir telaş ile
okula gittim. Gördüklerim yıkıldığım an olmuştu. Hasan’ı ağzında köpüklerle
birkaç kişi tarafından zapt edilemez bir durumda gördüm. Kriz geçiriyordu.
Benim gibi herkes epilepsi nöbeti geçiriyor sanmıştı. Ama öyle değildi. Hasan
sakinleşince hiçbir şey yokmuş gibi davranmadı. Bilakis hayatının en kıymetli
şeyini kaybetmiş gibi etrafı aramaya başladı. Ve ben o an yıkıldım. Çünkü
durumu anlamıştım ve Hasan’ımın ne tedavi edilmez bir derde müptela olduğunu
sadece ben fark etmiştim. Dünyam yıkılsa da ümidim kırılmamıştı.
O gün bugündür Hasanımın derdine deva arıyorum.
— Ah bu gençliğimizin düştüğü şu
yürekler acısı haller efendim ah! Bir taraftan uyuşturucu bağımlılığı diğer
taraftan oyun bağımlılığı. Toplum çözüldü efendim. Aile çözüldü. Ve fert
çözüldü. Çocuklarımıza ulaşan sadece salim İslami hareketler, sivil toplum
örgütleri, cemaatler kalmıştı. Onları da toptancı zihniyetle öldürmek
istediler. Bilmediler ki asıl öldürdükleri gençliğimizdir. Halbuki bu
hareketler yüzyıllar boyu Allah rızası için gayret ettiler. Din ü
devlete layık evlatlar yetiştirmek için her türlü fedakârlığa katlandılar.
Yanlış yapan ve istisna teşkil eden bazı kişileri örnek gösterip bu
faaliyetleri söndürmek isteyenler aslında tüm milletin ve devletin geleceğini söndürmek
istediklerinin farkındalar mı? Ne olur efendim fitnelere karşı uyanık olalım.
— Ne kadar doğru diyorsunuz.
Baksanıza Hasan’ıma ve Hasanlara. Bir kısmı uyuşturucu ve türevlerinin
pençesinde kıvranıyor diğer kısmı da oyunların bağımlılığıyla ekranlarda
aptallaşıyor ve zihinleri dumura uğratılarak köleleşiyorlar.
Nolursunuz efendiler Allah rızası için Hasanıma yardım
edin. Bakın gözümün önünde eriyip gidiyor evladım. Ne neşesi kaldı, ne de
hayata tutunacağı yaşam enerjisi. Annesi de ağlamaktan her gün kahroluyor.
Kardeşleri bu illet karşısında ümitsizliğe düşüp hayattan umutları kesiliyor.
Doktorlar da ciddi bir çare bulamadı. Evladımın sadece
bedeni bağımlı değil aynı zamanda yüreği yaralı. O yüreğe siz dokunabilirsiniz
ancak siz. Allah ve peygamber aşkıyla siz dokunabilirsiniz.
Hem buna inanın. Yeter ki Hasanımı kurtarın bütün
servetim ve izzetim sizlerin emrinde olsun. Her türlü fedakârlığa hazırım bir
baba ve insan olarak.
— Siz ümidinizi kesmeyin n’olursunuz.
Biz öz evladımız gibi Hasan’a sahip çıkacağız. Hasan bizi sevdi biz de Hasan’ı.
Değil mi Hasan?
— Evettt. Evettt. Evv..
Çaresizlik içerisinde kıvranan
yüreği yaralı baba ve uyuşturucunun esir aldığı hayattan bezmiş Hasan hepimizin
hüzünlü ve elemli bakışları arasında yanımızdan ayrıldılar. Hasan’ın hayata
tutunması sanki sadece babasına tutunması gibi bir şeydi.
Ve biz bütün gayretimizle iman, her an
ilaçtır fehvasıyla Hasan’la ilgilendik.
Zor zamanlardı. Hasan sanki
iyileşti. Lakin iyileşen Hasan’dan çok iyileşme imkânı bulamayan Hasanlar o
kadar çoğalmıştı ki ne ekonomi, ne eğitim, ne sağlık, ne siyaset, sanki bu
kulvarı fark edemez olmuştu. Halbuki bu sıkıntı terör örgütlerinden,
ekonomik krizden de beter bir hastalık. Bir anda ortaya çıkmasa da (ki çıkıyor)
orta ve uzun vadede faturası ağır bir hastalık. İmanın ancak
bu gençliğin devası olacağı gerçekliği ise her gün daha da baltalanıyor.
Ve ateş her daim düştüğü yeri
yakıyor ama neticede gelenek ve gelecek kül olup bitiyor.
Ve asrın sahibinin feryadı
şimdi daha çok yankılanıyor eğitimde, ailede ve dahi fertte: “Karşımda müthiş bir yangın
var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş
yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni
kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında
bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!” (Bediüzzaman Said Nursi)