Ah biz büyükler!
Dün danışmanlık hayatımda bir ilki yaşadım. Geçen haftadan beri dört gözle beklediğim “ebeveynlik eğitimi yapıyor musunuz? diyen, yakında kucaklarına evlatlarını almaya hazırlık yapan çift yıllardır istediğim bir arzuyu bana tattırmıştı.
Araba kullanmadan önce sürücü ehliyeti ne kadar önemliyse evlilik öncesi evlilik ehliyeti, anne-baba olmadan önce de ebeveynlik ehliyeti olmalıdır. Zira her ehliyetin verdiği büyük sorumluluk, emanet edilmiş canlar vardır.
Hayata tutunmak, geleceği imar etmek, mutlu mesut yaşamak, güzellikleri görebilmek için temeller iyi atılmalıdır. Nasıl ki zemini sağlam atılmayan yapı ayakta duramazsa, temeli doğru bilgi, duygular ve eylemlerle oluşmayan evlilikler de yıkılmaya mahkum olmaktadır.
Hemen hemen her evliliğin ortak kaderi, anne babalar ile mücadele vermekle başlar. Her ne kadar hayatın içinde başarılı olsalar da, aralarında problem olmasa da, anne ve babaları üzmemeleri adına kendi çekirdek aile oluşumuna sıkıntı vermektedir.
Her anne baba kendi doğrularını bedenen büyütüp evlendirdiği çocuğuna aktarmak ister. Lakin bazen haddini aşarak yeni evlilerin aile oluşum sürecine fazlasıyla müdahale eder. Bu da sanırım sadece içine kapalı, bizim kültür gibi toplumların ortak sorunudur.
Hemen hemen her anne babanın ortak söylemleri, ben yiyemedim, gezemedim, okuyamadım evladım yesin, gezsin, okusun vs.dir. Hayalleri, kendi eksikliğinin çocuklarında olmadığını bilmelerine rağmen kendilerinin isteyip de yapamadıkları üzerinedir.
Aslında her iki tarafında niyeti birbirini üzmek değildir. Hem anne baba evlatlarını, hem de evlatlar anne babalarını çok sever. Lakin sınırları belirli olmayan yerde özgürlüğün olmadığı gerçeği bizi devamlı yanıltır. Ne evlatlar ne de anne babalar aynı değildir. Her bedenin tıpkı devletler gibi sınırı olmalıdır. Zira özgür olmak sınırla mümkündür.
Dün gelen yeni anne baba olacak yavruların da en büyük derdi aslında buydu. Yeni dünyaya gelecek evlatları üzerine kendi hayallerini bile yapamamaları, iki büyük anne babanın çocuklarının üzerinde etkin olma planları vardı.
Ah biz büyükler! Neden sınırımızı bilip evlatlarımıza bu acıları yaşatırız ki?
Aynı sıkıntıları zamanında bizde yaşamışken, neden aynı sıkıntıları biz de veririz ki?
Biz büyüdük anne, baba diye zamanında bağırırken neden çocuklarımızın büyüdüğünü kabul edip hâlâ “yemeğini yedin mi annem?” diye sorarız ki?
Bu satırları yazan pek de farklı değil... Az evvel 27 yaşında olan oğlumu işe geçirdim. Yine karnını düşündüm, üstüne başına baktım, arkasından dualarımı yapıp gönderdim... Annesin, ölünceye kadar annesin. Lakin evladımız ölünceye kadar küçük bir çocuk değil ki. O da anne baba olup hayatın bütün süzgeçlerinden geçmelidir.
Her anne babanın, annesi babası tarafından zamanında tatmış olduğu duyguları evlatlarına da tattırması ne kadar acı değil mi?
Evladını malı gibi her şey ile kendine ait görmesi, ben ne istersem o, istemediğim ise uzak olsun demesi, evlatları adına karar vermesi sınırlarını ihmal etmesi değil mi?
Tecrübe abidesi olan anne babalar elbette çok önemlidir. Söz dinlemeyecek duruma da evlatlar getirilmemelidir. Hayatın dönüşüm içinde olduğu gerçeği unutulmamalı, her insanın aynı çemberden geçerken verdiği kararlar, seçimler ile öne geçtiği bilinmelidir.
Sözün özü ebeveynlik eğitiminde önemli olan; evdeki huzur ortamı, eşlerin birbirine güler yüzlü olmaları, birbirine karşı tutumları, sevmeleri, saygıda kusur etmeme gayretleri, birbirlerine güven vermeleri, söylemlerinde ve eylemlerinde dengeli ve tutarlı olmaları, fedakâr olmaları, her bireyin sınırlarını bilip sınırları ihlal etmemeleri, nazik olmaları, güzel söz söylemeleri, verilen her nimete şükür etmeleridir.
Bu kadar mı? Öyle! Gerisi laf-û güzaf!!!