Dolar (USD)
32.42
Euro (EUR)
34.29
Gram Altın
2492.64
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

01 Haziran 2020

Ağlayın, gönlümüzü işgal etti haydutlar…

Sadece iki yılımıza bile öyle garip imtihanlar sıkışıyor ki. Altmış yılda belki de yaşanılamayanı şöyle kısa bir dönemde en derininden en keskininden yaşayabiliyorsunuz… Hayat kavrandığında, farkedildiğinde, idrak edildiğinde anlaşılıyor, ete kemiğe bürünüyor, anlam kazanıyor. Hayatın ne olduğu ya da ne olmadığı işte o zaman belki ortaya çıkabiliyor. Bu yüzden tefekkür çok büyük ibadettir… Çok tefekkür etmeli, neyiz, neydeniz, neredeyiz, neredeniz, ‘‘fe eyne tezhebün’’ bu gidiş nereye, diye diye diye…

Bakıyorsunuz, kiminin burun büktüğünü, kiminin çöpe attıklarına kimileri ulaşamıyor bile. Bazan bazı aileleri ziyaretlere gidiyoruz, sadece ama sadece şöyle on beş metrekarelik ‘‘yaşam alanında’’ yaşama mücadelesindeler, evlerinizdeki lavabo alanından daha küçük yerde oturuyor, o daracık alanda uyuyor ve o daracak alanda şükür nimetine ulaşabiliyorlar. Sonra şöyle bir dönüp kendinize bakma ihtiyacı hissediyorsunuz, kendi nimetlerinize, burun büktüklerinize, şükrünü eda edemediklerinize, şükürsüzlük ettiklerinize ve dolayısıyla kendi iç dünyanıza eğilme durumunuz oluyor. Aslında bu, insanın kendini arama mücadelesidir, ‘‘aslında var mıyız ki’’ sorusu da sorulabilir ama bu başka mesele. Verhasıl öyle yaşamlar var ki sizin ruhunuzu presliyor, kalbinizin damarlarına dokunuyor, beyninizin sinirlerini sallıyor…

Evet hayat her haliyle o kadar garip ki, bunu ancak ‘‘hayret’’le çözümleyebilirsiniz. Ne hikayeler vardır, ne acılar, ne dramlar vardır, ne kederler var, ne kaderler vardır. Ayakkabılığınıza bakıyorsunuz, biz onu buna uyuşturma derdindeyken, ayakkabısının deliğine naylon eriterek ayakkabısının deliğini lehimleyip kapatanlar vardır. Şimdi soruyorum hangi kelime bunu anlatmaya yetecek. Envai çeşit yemek beğenmezken, onlarca kişinin ağız kokusundan çıkıp kapı önlerine dökülen yemeğin kırıntısıyla yetinenlerin hayata tutunma imtihanını hangi inanç ya da hangi inançsızlıkla açıklayacaksınız. Çocuğunu okula gönderirken, çocuğuna beslenme diye dün pazarın kokuşmuş meyvelerinden toplanılan meyvelerin dilimini veren annenin yüreğindeki savaşın büyüklüğünü hangi nükleer silahın tesiri durdurabilir.

Uzak durmayın bu hayatlara, gidin görün, yüzleşmeli gerçeklerle, el uzatmalı, gönlün melekeleri kendini öyle ortaya çıkaracak ki, kalbinizin hikmetleri kendini öyle aşikar edecek ki, ‘‘ne nedir, ne ne değildir’’ sorusu öyle izhar olacak ki… Bir yetimin evine konuk olmak, ‘‘vallahi padişahların başına taç olmaktan evladır’’ demenize sebep olacak. Bir öksüze şöyle cicili bicili bir esvap almak, vallahi kainatın o en müstesna gülü Hz. Muhammed’e yoldaş olmak gibi izzet ve lezzet verecektir size. Hiç ağladınız mı başkasının yarasına, o ağlayış hakikatin deryasındandır. Bir yetimin başına el sürmek, onunla iki kelam etmek mükafatların en üstünüdür, fakirlik ayıp değil, gönlün fakirliği rezilliktir. Darda olana, Allah’ın selamını vermek, nasıl bir rahatlatmaya sebep olur darda olanın yüreğinde biliyor musunuz, yaşadığımız hayat çıkmaz sokak artık görüyor musunuz, anlıyor musunuz artık gitmiyor, gitmiyor, bir yerde durup kendimize, kendi kendimize ilaç olmalı, sevginin diliyle, paylaşmanın ilmiyle, yardımlaşmanın en küçük dilimiyle, bile olsa. Çünkü artık gitmiyor…

Ziyaret ettiğiniz bir ailenin dramına, gözünüz kuruyuncaya kadar ağlayarak, ağlayışın ardındaki meramı anlayarak, meramın manasını kavrayarak cehenneme dönen hayatımıza dokunmak, hayatımızı yeniden dokumak, her dokunuşu ilmik ilmik okumak mümkündür…

Ne hikayeler vardır gerçekliğin ta kendisi. Ne acılar vardır biz lezzetin zevk-ü sefasındayken. Biz erdemin, ahlakın edebiyatını yaparken, elinde bir koli yumurta, bir kavanaz salçayla fakirin sofrasına konuk olan erdemin ne yüce gerçek savaşçıları vardır. Kalbi ağlamayan seni anlayamaz, boğazı düğümlenmeyen seni kavrayamaz, içi cız etmeyen ne bilsin seni, gönül denen dergahın, aşk denen kelamıyla yıkanmayan elbette arınamaz…

Ağlayın, ağlayın halimiz harap. Hüngür hüngür ağlayın kalp elden gidiyor. Avaz avaz ağlayın, gönlümüzü işgal etti haydutlar, ağlayın, bir mübarek fetih bekleniyor kendimizin fethine dair. Ağlayın, ömür denen emanet saman aleviyle nişanlı… Ağlayın kendinize, kendi kendinize ağlayın…