Ağlayanın malı gülene yâr olmaz.
Yıllardır ne çok dua alırlar, bazen de beddua.
En umutsuz olduğumuz anda bir umut olurlar bizlere. Umudumuz olanı da elimizden alıverirler, ardımızda kalanlara bakmadan.
Hiç unutmak istemeyiz onları bize yaptıklarından. Bir an bile hatırlamamak isteriz, bizden aldıklarından.
Siz hiç ardınızda bıraktıklarınızı düşünmezsiniz o anda. Sadece onların ellerine düşmüş olanları kurtarmak istersiniz, her şeye razı olarak.
Öyle anlatmıştı bir mazlum bana yıllar önce.
— Ne yapayım hocam. Öyle kızma bana. Vermeyip de ne yapacaktım. Evladımı kurtarmasa mıydım? Sattım köydeki keçilerimi koyunlarımı. Bıraktım masasının üzerine bir deste olarak.
— Hepsini mi bıraktın!
— Hepsini bıraktım hocam, hepsini. Bir de memleketten getirdiğim hediyeleri.
— Ze... zı... olsun inşallah...
— Öyle deme hocam. Sen de onlardansın. Kınama. Vallahi kul, kınadığını yaşamadan ölmezmiş derler.
— Allah korusun. Ben onlardan değilim.
— Sen yine de büyük lokma ye ama büyük konuşma.
— Peki bir kâğıt falan vermediler mi sana? Herhalde sayıp eline vermedin.
— Dedim ya beyim masasının üzerine koydum. Şükürler olsun ki beni odasına kabul etti. Bir de kâğıt mı isteyecektim!
— Ne kadar yüzsüzler. Mesleğin yüz karasıdırlar. Yahu madem devletin verdiğine kanaat etmiyorsun, o zaman ne hakla devleti bir çiftlik olarak kullanıyorsun. Bunlar bir hazinedeki silik paralar, bir sepetteki çürük meyvelerdirler.
— Af buyur Hocam! Kimlerdir bu dediklerin?
— Yok bir şey. Öyle kendi kendime konuşuyorum.
— Halime çok üzülmüş gibi görünüyorsun. Bırak sen bunları. Rızkımıza Allah kefildir. Çocuğum kurtulsun yeter ki. Ben aç ve açıkta da idare ederim.
— Vicdan yoksunu yüzsüzler!
— Hem ben senin kardeşinim. Şeytana papucu ters giydiren derler bizlere. Hele çocuğum kurtulmasın bak, ben ona neler yapacağım.
— Ne yapacaksın veya yapabilirsin?
— O eskidendi. Başına vur, cebindeki her şeyi al. Şimdi yemezler.
— En fazla yapacağın, belki de en doğru olan Allah’a havale etmek değil mi.
— Hocam zaten desteyi masasının üzerine bıraktığım anda onu yapmıştım çok önceden.
— Eeee. Şimdi ne yapabilirsin!
— Bu telefona çektim olanları. Odaya girmeden açmıştım telefonumun kayıt tarafını. İçeri girdiğimde bütün konuştuklarımızı, desteyi nasıl hazırladığımı ve onun bizim rızkımız olduğunu tek tek anlatarak kayıt altına aldım. İstersen sana göstereyim.
— Hayır hayır istemem. Böyle tehlikeli ve yasak bir şeyi nasıl yaparsın.
— Peki hiç vicdanı sızlamadan hakkı olmayanı nasıl alır benden? Ben bütün çoluk çocuğumun rızkını pazarda sattım ve onun masasının üzerine koydum. O ise hiç yüzüme bakmadan ve yüzü kızarmadan aldı desteyi. İşlerin yürüyeceği yere telefon ederek işlemlerimin tamamlanmasını istedi. Ben de zaferden dönen kahraman edasıyla çıktım odasından.
Ne yapayım Hocam ne yapayım? Öyle yapmak zorundaydım. Çünkü çok içim acımıştı onun bu pervasız haline.
Hem sonradan duydum ki tuzağına düşen ne ilk kişiymişim, ne de son. O zaman bunu yanına bırakmamalıydım.
— Peki sen yetkililere durumu anlatmayı düşünmedin mi hiç?
— Yahu kim bizim halimizden anlar. Hem çok kınayanların aynı şeyi ne çok yaptıklarına şahit oldum. Aslında o kadar da çok dert etmemek lazım bunları Hocam!
— Nasıl! Hem haksız yere senden çoluk çocuğunun rızkını alıyorlar hem de ...
— Beyim çok uzağa gitmeye gerek yok. Kısa zaman öncesini hatırlayalım. Paranız bile olsa gideceğiniz yer yoktu. Şükür, şimdi… Bu kadar da çürükler olsun ne yapalım.
İşin kötüsü en insafsızı benim gibi garibana denk geldi. Hoş, zengin de böyle haksız kazançlardan yüreğine bir acı ve vicdanına bir huzursuzluk düştüğünü ifade eder ya. Ama beyim, ne yaparsın bu candır, can. En zayıf ve en hassas olduğumuz tarafımız.
Canınıza musibet arız olmuşsa gerisi angarya. İnsan candaki arızayı giderme teşebbüsünde olanlardan olacak.
— İnşallah bu çürük ve ezikler en kısa sürede can dostu gönül yoldaşı olan, parada da gözü olmayan her alandaki hayat hizmetkarlarının arasından ayıklanacaklar.
— İnşallah inşallah.
O mazlumun feryadı hâlâ kulağımdadır.
Yaşasın huzur ve meserret içinde hayata hizmet edenler.
Onlardan uzak olsun böyle kirli eller ve zihinler.