Afrika'da beyaz adamı kırbaçlamak!
Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada izlediğim görüntüler kısa süreli olsa da, uzun bir zaman diliminin öfke birikimini yansıtması açısından oldukça derinlikli ve manalıydı. Videoda, Afrikalı gençler ülkelerini işgal eden Avrupalılara kırbaç sallıyor, ülkelerini terk etmelerini istiyordu. Kırbacın her şaklamasında Afrikalı geçlerin omuzları yükselirken, beyaz adam hala dokunulmaz olduğu inancını taşıyordu. Beyaz renkli, yüksek tekerlekleriyle ‘mağrur Avrupalı’yı yansıtan otomobilin hemen önünde gerçekleşen olayda Afrika’nın gerçek sahipleri kırbaç sallarken, beyaz adam da küfür sallıyordu.
Kırbaç, karşı tarafı
aşağılamanın, gücün kimde olduğunu göstermenin sembolü olmasıyla ve uzak mesafeden
kullanılabilmesiyle kendine göre felsefesi olan bir araç. Ne yazık ki bu kırbacı
insan üzerinde tahakküm kurmak amacıyla kullanılmasının zirvesi Afrika
topraklarında yaşandı. Görünen o ki Hz. Ömer’in elinde Vali’nin dahi kafasına
inebilmesiyle adalet sembolü olan kırbaç; Batılının elinde insanı kontrol
altına almak, kendini üstün ırk göstermek için kullanılan bir silaha dönüşmüş…
Afrika’daki gelişmeler
büyük kara kıtanın makus talihini değiştirebilecek mi, bunu zaman gösterecek.
Fakat Batı’nın artık tüm değerleriyle çöktüğü bir dönemde el değiştiren kırbaç,
Afrika halkları için oldukça önemli bir sembol olabilecek potansiyele sahip. Bu
potansiyelden daha önemlisi ise bölgesel ya da Ülke olarak değil; Afrika’nın bir
bütün olarak (sömürüldüğü gibi) Batının karşısına dimdik çıkabilmesidir.
Bu manada ‘Afrika’daki
son Osmanlılar’ tabiri, romantik bir ifadeden daha ziyade bir düşünceyi, bir
medeniyet felsefesini barındırmasından dolayı oldukça önemli bulunmaktadır. Çünkü
bu ifade, esasen bir insan topluluğundan bahsetmiyor; medeniyet destanı yazılan
bir dönemi hatırlatarak Osmanlı düşüncesini, medeniyet birikimini muhafaza
edebilmiş insanları kastediyor. Bu manada Batının sadece Afrika’da değil
dünyanın her yerinde neden Osmanlıyı yok etmek istediği daha iyi anlaşılıyor.
Batının planı,
Afrikalıların birlik olmalarının engellenmesi, Hristiyanlaştırılması ve
dillerinin değiştirilmesine dayanıyordu. Yegâne değerlerin Batı’ya ait olduğu,
Afrikalıların kendi başlarına bırakılamayacak, ehlileştirilmeleri gereken
‘yaratıklar’ olduğu küstah bir açık dillilikle ve birçok defa dile getiriliyordu.
Batı, modernleşme, çağdaşlaşma, demokrasi, özgürlük
gibi en kullanışlı ve fiyakalı araçlarıyla Afrika’yı; İslam’dan, yeniden
dirilişten ve köklerinden, dolayısıyla kendinden uzaklaştırarak hükümranlığını
sonsuza dek sürdürmeyi planlıyor. İslam’ın kendisi hem geçmişte hem de gelecekte
yaşarken ve Afrika’yı özgürleştirecek yegâne güç İslam iken Afrika, İslam’dan tamamen
kopartılmaya çalışılıyor.
İşte tam da böyle bir zamanda yeniden filizlenen ‘Afrika’daki son
Osmanlılar’ düşüncesi,
bir anda kartların yeniden karılmasını gerektirdi. Batı, ürkek ve küçük olsa da
sonuç olarak birkaç adım geri gitti. Şimdi yüksek sesle Afrika kıtasından kovuluyor
olmanın şokunu yaşıyor. Olayların bu denli cesur ve gerçekçi hal almasının arka
planında oldukça fazla neden var. Türkiye’nin adımları o nedenlerin en
önemlilerinden…
Türkiye’ye Osmanlı’dan mütevellit olarak yöneltilen
“Nerede kaldınız?” sorusu, Afrika halkı için samimi bir cevabı hak etmiş,
Türkiye de Afrika’daki varlığını son yıllarda oldukça güçlendirmişti. Anlaşılan
o ki Batı medyasında birçok kez analizi yapılan ve tehlikeli bulunan bu durum,
Afrikalı için bulunmaz bir özgüven sağladı. Bu özgüven, Afrikalının cebine
atılan elin kırbaçlanmasına, omuzuna atılan kardeş elinin ise sıkıca tutularak musâfaha yapılmasına neden oldu.