Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.75
Gram Altın
2965.22
BIST 100
9663.8
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
06 Kasım 2018

''Affet beni akşamüstü''

Sinemadan çıktım. Sinema içime girdi. Ciğerimin köşesine bağdaş kurdu.

Sinema hızlandırılmış bir hayat okuması. Hayata yayıyorsunuz bir şeyleri fakat sinemaya yığıyorsunuz bir yerde. Her ne kadar kendi zamanını, takvim aralıklarını bizimle paylaşsa da, toplamda bir, bilemedin iki saat içinde bütün bir hayatın dökümüne, hem de en acı yanlarıyla tanık olmak zoruna gidiyor insanın. Bir gazete yazarı değilim, belki o yüzden profesyonelce yaklaşma becerisini de gösteremiyorum. Kalbim her işe burnunu sokuyor. Kalbim bana dayatılmış konumsal gerekliliklerin en birincisinin aksine, soğukkanlı olmam gerekmediğini fısıldıyor. “Bir şeyi “profesyonelce” değerlendirmek seni insanlıktan çıkarıyorsa, kal benimle diyor, insan kal, kalp kal” diyor. Ne zaman ondan izinsiz iş yapacak olsam çarpmalarını durdurmakla beni tehdit ediyor. Beni affetmesi için ona geri dönüyorum.

Gerçi en nihayetinde “Dünyada ne kadar kaldık?” sorunsalına “Bir gün veya ondan daha az.” Diyeceğimiz söyleniyor bize. Fakat henüz dünyadayken ve her türlü işlerken takvimimiz, saatlerimiz, koca bir hayatı bir iki saate sığdırmayalım yine de. Konsantresi ağır. Zamanın topuğu toprağa değmezse ve kendi sürecinde, bazen de çok sakin akmazsa deli acıların hazmı zor…

Acılar daha bir üst üste gelmiş oluyor böyle. Seyrettiğinizin yaşanmış olduğunu hatırladıkça iki kere, üç kere yığılıyorsunuz koltuğa...


Bir kesimin arabeski küçümsemesi çok Tatlısu bir hayat yaşamasından mıydı? Suyun buz olabileceğini bilmiyor muydu hiç elleri… Acının daha üst bir dille ifadesi dram mı oluyordu? Efendim? Tra... ne dedin? Niçin güldünüz? Trajedi. Oldu mu? (Kelimelerimizi kendi dilimizce ifade etmeyi ne kadar küçümsedik. Ve kelimeleri başka bir dille ifade etmeyi ne kadar önemsedik… Farsça, Arapça, Fransızca, İngilizcenin havanında dilimizin ucunu ne çok ezdik…)

Bildiğim bir şey var ki; herkesi kucaklamaya devam etmek durumunda olan davetkâr, kapısı kolay, penceresi tık tıklanabilen, penceresi kuşlu rüzgârlı bir hayat görüşü- ki bana göre İslam-; hiçbir kesimi ve tarzı anlamaya çalışmayı bırakıp fevri bir şekilde yargılamaz. Fakat Müslümanlar bunu hep yapar. Biz Müslümanlar kadar İslam’la ters düşen bir kesime rastlamadım. Diğeri zaten tam manasıyla ters düşmek istiyordu, o bakımdan…

İsyankâr bir söylemi din adına eleştiren ve söylem sahiplerinin biletini cehenneme erkenden kesenler, kendi toplumlarında yasayan herhangi bir insan böylesine yanıyorken elinden tutmak ve cennete, huzura çıkarmakla sorumlu olduklarının bilincinde olmayanlardır. Dinlerini sadece yargıya gelince çalıştıran, kendilerini sorgulamaya gelmeden şarjları biten bu tipolojiyi incelemeye değer bile bulmuyorum artık.

Bir hayatı yargılamak üstümüze vazife değil. Ancak kitleleri etkisi altına aldığında acıları karşılama olgunluğunun içip kendinden geçmekte değil, derininde pişerek kendine gelmek olduğunu söyleyebiliriz. Söylemesi kolay oluyor çünkü böyle şeyleri…

Müslüm Gürses’in farklı bir tarza yönelmeden, bir nevi arabeski aşırılıkların uzağına çekmeden önce konserlerinin bir ayine dönüşmesi ve kendinden geçmenin kendine gelmeye varamayışı, düşkünlüğe d/evrilmesiyle kimi sevenlerin kendilerine zarar vermeye başlaması, öfkeyi kontrol eden değil, kontrolden çıkaran bir yapı arz etmesi kesinlikle eleştirilesi durumlardır. İsyanın haklı başladığı halde yarı yolda kendine haksızlık yapmaya dönüşmesine teşne olacak müzik mi yapıldı, yoksa olan acıyı damarından yakalayan bu tarz halkın dert ortağı mı oldu?

Şüphesiz arabesk üzerine pek çok şey söylenebilir. Fakat ben filmden çıkarken en çok, hepimizin yaşamakta olduğu şeyin, şu hayatın ne ağır bir mektep oluşunu düşündüm kaldım...

Şüphesiz kimilerimiz başarı ile mezun olamıyor. Başarının başarı olduğuna kimin karar vereceği ise karıştırılıyor. Halk mı, Hak mı?