Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
08 Kasım 2020

Afet, mahremiyeti bitirir mi?

En son İzmir depreminde yine gözlerimize gözlerimize sokuldu enkaz altındaki bedenler, her bir kurtarışın canlı yayınları… Hayatını kaybedenler ayrı, kurtulanlar ayrı ayrı tv’lerden sosyal medyadan defalarca seyirlik nesne gibi üzerimize yağdırıldılar! Sadece insanlar mı?

Değil elbette! Nice mahrem unsur, medyanın, en büyük en acıklı haberi yakalama peşindeki muhabirlerin, televizyoncuların ellerinde kamusal gündeme dahil edildi, nice özel deşifre olundu! Kişisel fotoğraflar, borçlu listeleri, mektuplar ve notlar birkaç gün gündemde kalabilmek, daha fazla tıklanmak daha fazla okunmak için ortalığa dökülüverdi!

Tamam, millet olarak kurtarılma hikayelerini pek bir severiz! Buna tanıklık ederek nasiplenme umudunu bir nebze anlıyoruz da yıkılıveren duvarların, evleri enkaza dönüştürdüğü bir felaket, neden mahremiyeti yok etmiş olsun!..

İnsanın sadece kendisi için sakladığı, biriktirdiği vesikalar hangi hak ve yetkiyle medyanın bir gün içerisinde eskitip bir köşeye fırlatacağı, bunu yaparken de kayıtlara not düşüreceği karanlık anılara dönüştürülebilir?

Bir günlük hatta saatlerce sürecek takip uğruna onlarca insanın mahremiyetini tüm toplumun gözleri önüne saçmanın nasıl bir mantığı bulunabilir? Özel/mahrem olan her bir öğeyi, bugünün mağdurlarını geçiniz çocuklarının belki torunlarının önüne dahi çıkacak birer kamusal metne dönüştürme hakkını kim, nasıl kendisinde bulabilir?

Muhabirlerin ağlak bir şekilde dillendirip gözlerimizin içine soktuğu her bir detayın aslında ne kadar çok insana ait özel bir hatıra, yaşanmışlık, değer olacağını düşünebilmek çok mu zor?

Peki, kurtarılma görüntülerinin canlı ve kesintisiz yayınlarla verilmesi bir tarafa insanın en savunmasız, özel, aciz, mahrem, hazırlıksız halini topluma sunmanın -daha acımasız bir deyişle- pazarlamanın kime, ne faydası vardır?

Allah tüm insanlığı bu gibi felaketlerden korusun da kim kendisini, yakınını, aile fertlerini, sevdiklerini bu tabloyla ekranlarda gördüğü için rahatsız olmaz? Kim, hayatını kaybetmiş kişilerin yakınlarının bu görüntüler üzerine kahrolup acısının artmayacağını iddia edebilir? İnsanların acılarını katmerleştirmeye kimin hakkı bulunur; pekiştirmeye, belgelemeye…

Peki, toplum hafızasına yerleştirilen yüzlerce korkunç, üzücü, kahredici görüntünün yansımalarının ne şekilde olacağını düşünen var mıdır? Bunca acıya, insanı tüketen görüntüye tekrar tekrar maruz kalıp da psikolojik sağlığını koruyabilecek kadar vurdumduymaz bir insan olabilir mi? Hissettiğimiz acı, korku, dehşet, yıkım, yokluk, yoksunluk toplumsal ve bireysel hafızada nasıl izler bırakacaktır?

Zaten uzun zamandır koronavirüs gibi küresel bir tehdit ile iyice sarsılmış, yıpranmış psikolojileri deprem gibi insanı iyice çaresiz ve zayıf hissettiren bir afet dolayısıyla bir kez daha ürkütüp çaresiz hissettirmenin ne anlamı olabilir?

Toplumsal mesaj; mahrem bilgilerin, özel görüntülerin paylaşılmasıyla değil depremin yıkıcılığını artıran unsurların araştırılması, önleyici tedbirler alınması suretiyle verilebilir; insanların çaresizliklerini ortaya savurarak değil!

Twitter.com/sabihadogann