Afet, mahremiyeti bitirir mi?
En son İzmir depreminde yine gözlerimize
gözlerimize sokuldu enkaz altındaki bedenler, her bir kurtarışın canlı yayınları…
Hayatını kaybedenler ayrı, kurtulanlar ayrı ayrı tv’lerden sosyal medyadan
defalarca seyirlik nesne gibi üzerimize yağdırıldılar! Sadece insanlar mı?
Değil elbette! Nice mahrem unsur, medyanın, en büyük en acıklı haberi yakalama peşindeki muhabirlerin, televizyoncuların
ellerinde kamusal gündeme dahil edildi, nice özel deşifre olundu! Kişisel fotoğraflar,
borçlu listeleri, mektuplar ve notlar birkaç gün gündemde kalabilmek, daha
fazla tıklanmak daha fazla okunmak için ortalığa dökülüverdi!
Tamam, millet olarak kurtarılma hikayelerini pek bir
severiz! Buna tanıklık ederek nasiplenme umudunu bir nebze anlıyoruz da yıkılıveren
duvarların, evleri enkaza dönüştürdüğü bir felaket, neden
mahremiyeti yok etmiş olsun!..
İnsanın sadece kendisi için
sakladığı, biriktirdiği vesikalar hangi hak ve yetkiyle medyanın bir gün
içerisinde eskitip bir köşeye fırlatacağı, bunu yaparken de kayıtlara not
düşüreceği karanlık anılara dönüştürülebilir?
Bir günlük hatta saatlerce sürecek takip uğruna onlarca insanın
mahremiyetini tüm toplumun gözleri önüne saçmanın nasıl bir mantığı
bulunabilir? Özel/mahrem olan her bir öğeyi, bugünün mağdurlarını geçiniz
çocuklarının belki torunlarının önüne dahi çıkacak birer kamusal metne
dönüştürme hakkını kim, nasıl kendisinde bulabilir?
Muhabirlerin ağlak bir şekilde dillendirip gözlerimizin içine soktuğu her bir detayın aslında ne kadar çok insana
ait özel bir hatıra, yaşanmışlık, değer olacağını düşünebilmek çok mu zor?
Peki, kurtarılma görüntülerinin
canlı ve kesintisiz yayınlarla verilmesi bir tarafa insanın en savunmasız,
özel, aciz, mahrem, hazırlıksız halini topluma sunmanın -daha acımasız bir
deyişle- pazarlamanın kime, ne faydası vardır?
Allah tüm insanlığı bu gibi felaketlerden korusun da
kim kendisini, yakınını, aile fertlerini, sevdiklerini bu tabloyla ekranlarda gördüğü için rahatsız olmaz? Kim, hayatını kaybetmiş kişilerin yakınlarının
bu görüntüler üzerine kahrolup acısının artmayacağını iddia edebilir? İnsanların
acılarını katmerleştirmeye kimin hakkı bulunur; pekiştirmeye, belgelemeye…
Peki, toplum hafızasına yerleştirilen yüzlerce korkunç, üzücü, kahredici görüntünün yansımalarının ne şekilde
olacağını düşünen var mıdır? Bunca acıya, insanı tüketen görüntüye tekrar
tekrar maruz kalıp da psikolojik sağlığını koruyabilecek kadar vurdumduymaz bir
insan olabilir mi? Hissettiğimiz acı, korku, dehşet, yıkım, yokluk, yoksunluk
toplumsal ve bireysel hafızada nasıl izler bırakacaktır?
Zaten uzun zamandır koronavirüs gibi
küresel bir tehdit ile iyice sarsılmış, yıpranmış psikolojileri deprem gibi
insanı iyice çaresiz ve zayıf hissettiren bir afet dolayısıyla bir kez daha
ürkütüp çaresiz hissettirmenin ne anlamı olabilir?
Toplumsal mesaj; mahrem bilgilerin, özel görüntülerin
paylaşılmasıyla değil depremin yıkıcılığını artıran unsurların araştırılması, önleyici tedbirler alınması suretiyle verilebilir; insanların
çaresizliklerini ortaya savurarak değil!
Twitter.com/sabihadogann