Dolar (USD)
35.16
Euro (EUR)
36.59
Gram Altın
2958.42
BIST 100
9916.22
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Afaroz

Aforoz, kelimenin kökeni itibarıyla dini göndermelere sahiptir ve Ortaçağ Hıristiyan dünyasında cemaatten, toplumdan ve iletişimden mahrum etme gibi içeriklerle karşımıza çıkar. Günümüzde ise, sadece dini değil her türlü mahrumiyete uğratma, marjinalleştirme, yalnızlaştırma tavırlarını aforoz kelimesiyle karşılıyoruz.

İnsanlar birbirlerini niçin aforoz etme gereği duyarlar? Büyük oranda duymak istemedikleri bir fikir ile kendisine meydan okuma olarak algıladığı düşünceler karşısında aforoz yöntemine başvurulur. Bu bağlamda aforoz, bir yandan buna başvuranın yetersizliğinin bir itirafıdır; diğer yandan da aforoza uğratılan kişi üzerinde bir gücün kullanımıdır. Kamuoyu gücü, iktidar gücü, cemaat gücü gibi.

Kilisenin tarih boyunca aforoza başvurması, iktidarını sürdürmek gayesiyle gücünü merkeze alması; ama yeni gelişen karşıt tez ve düşüncelere cevap üretememesi ile ilintilidir. Victor Hugo’nun meşhur Norte Dame’ın Kamburu isimli eserinde Mo Senyör’ün geliştirilen matbaa makinasını gücünü kullanarak engellemeye çalışması, bu gelişmelerin oluşturacağı sonuçlar ve kilisenin iktidarıydı. O makinada bir özgürlük bildirisi de yayımlanmıştı.

Bu girişi esas itibarıyla İstanbul’da bir vakfın düzenlemiş olduğu “İman” sempozyumunda gelişen olaylar sebebiyle yaptım. Sempozyuma programlanmış biçimde davet edilen iki akademisyenin konuşmaları bazı yerlerden gelen engellemeler sebebiyle iptal edildi. Yani iki akademisyen aforoza uğradılar.

Bunlardan biri olan İlhami Güler hoca, facebookta buna biraz açıklık getirdi. “Bazı cemaatlerin vakıf yetkililerine yaptıkları baskı sebebiyle, vakıf yetkilileri istemeseler de bu baskıya boyun eğdi” dedi mealen. Burada birinci sorun; ilgili vakfın davet usulü yaptığı bu sempozyumda dışarıdan gelen baskılara boyun eğmesidir. Doğrusu bu durum, bundan sonraki sempozyumlar için ümit kırıcı olmaktadır.

Asıl ikinci sorun ise, giderek farklı güç enstrümanlarını kullanarak, ilim adamlarının, akademisyenlerin, entelektüellerin görüş ve düşüncelerini dile getirmelerinin önünün kapanmasıdır. Ben ilim adamlarının, maalesef giderek itibarsızlaştırma, aforoz edilme korkusuyla bir büzülme yaşadıklarını ve konuşma kabiliyetlerini kaybettiklerini düşünüyorum. Konuşulan şeyler ise, onaylanmış düşüncelerdir. İlim adamları sadece onaylanmış düşünceleri dile getireceklerse, yaptıkları iş şerh düşmekten ibarettir. Bu da epey zamandır devam ettirdiğimiz kurucu metinler oluşturmaktan şerh düşmeye doğru yaşanan bir irtifa kaybıdır.

Bu durum Türkiye’ye yapılabilecek en büyük kötülüktür. Çünkü düşüncenin, fikrin, tartışmanın gelişmediği bir ortamda, o toplumun bir medeniyet iddiasında bulunması oldukça tutarsızdır. Medeniyetler düşünsel tartışmanın doruklarında oluşurlar. Kültür fukaralığına bu kadar tavan yaptırmayı insanın aklı ve havsalası hakikaten almıyor.

Farklı görüş ve düşünceler karşısında açıklamalar geliştiremeyen ve bu konuda yetersizliklerinin farkında olan bir takım insanlar, bunları aforoz ederek susturmaya çalışmaktadırlar. “İnsanların itikadını bozuyorlar” gerekçesinin altında da, bu yetersizlikler yatmaktadır. Çünkü içeride safları sıkı tutmak, bir öteki yaratmakla gerçekleştirilmek isteniyor. Halbuki saflar, insanlara sunduğunuz cevapların kapsam ve kapasitesiyle korunurlar.

Elbette konuşması iptal edilen akademisyenlerin tüm fikirlerine katılıyor değilim. Hiçbir zaman tam mutabakat halinde olmam da gerekmiyor. Fakat hakaret ve sövgü içermediği sürece herkesin konuşma özgürlüğünü savunmamız gerekiyor. Üniversitelerde ve farklı platformlarda (b)ilim adamları tartışırlar ve tezler ortaya koyarlar. Bu hem toplum hem de siyaset için farklı alternatiflerin oluşması demektir. İlim siyasete ve topluma yol gösterir. Bu, bir ülkenin nefes alma kanalıdır. Kanal tıkandığında, orada toplumun diğer hayat emareleri de imdat sinyali vermeye başlarlar.