Adil bir yönetim için on görev
Benzetme İbn-i Haldun’a ait: Medeniyetler de insanlar gibidir; doğar, büyür, yaşlanır ve ölürler. Doğuştan güçlü veya zayıf olanlar, büyürken zorluklarla karşılaşıp onların üstesinden gelenler, zorlukların altında kalanlar, olgunluk aşaması kısa veya uzun sürenler, yaşlanırken geride miras bırakanlar veya bırakmayanlar vardır. Elbette bireyler düşünülünce fizyolojik büyümeye ruhsal olgunluk, medeniyetler söz konusu edildiğinde ise cemiyete özgü sayısız değer eşlik eder. Bütün bu süreçlerde medeniyetlere dinler, inançlar, örfler, kültürler ayak uydurur, onların yaşam kalitesine doğrudan etkide bulunur.
Bugün
yaşadığımız krizlerden pek çoğunun temelinde dünya tarihinin Antik Yunan’dan
başladığına dair yaygın bir yanılsama yatmaktadır. Bütün kazanım ve erdemlerine
rağmen insanın metafizikle bağını koparması, o güne değin her şeyin ölçüsü
olarak görülen Yaratıcı’nın yerine insanı yerleştirmesi bile bu medeniyetin
perspektif kusurları için yeter sebeptir. Dahası kadim bilgelik medeniyeti söz
konusu edildiğinde Antik Yunan oldukça genç bir kurgudur ve öncesinde onlarca
kültür yaşamış, ona eklemlenmiş, onun varoluş alanını genişletmiştir. Her şeye
rağmen kendinden önceki Mısır ile Sümer bir tarafa bırakılsa bile Çin’den
başlayarak Tibet’e, Hind’e, Fars’a, Ortadoğu’ya uzanan geniş coğrafyada
üretilen değerlerin hep orada, Antik Yunan’da toplandığını, kar sularının
dereler, çaylar, ırmakları bir deltada buluşturması benzeri bütün bu
medeniyetlerin zamana mukavemet eden kısımlarından yeni değerler elde
edildiğini söylemekten de sarfı nazarda bulunmamak gerekir.
İşte kar suyuyla
beslenen bu çaylardan biri dünya inanç tarihinde de hatırı sayılır bir yere
sahip olan Budizm’dir. Kadim Asya bilgeliğinin önemli paydaşlarından biri olan
Buda, insanların genelini sevk ve idare eden, temayüz eden pek çok meziyetiyle
öne çıkıp hayatın akışına doğrudan etkisi olan hükümdarların “adil bir yönetim”
ortaya koymaları için on işlev belirlemiştir. Elbette milyonlarca kişiye
hükmettikleri, kültür ve medeniyetleri geçmişten alıp geleceğe aktardıkları
için kitlelerden farklı vasıflarla donanan liderlerin örnek alması; zamana,
mekana, bakış açısına göre değişmemesi gereken on evrensel ilke. Kitleler ile
yöneticiler arasındaki makasın olabildiğince açıldığı böylesi bir dönemde bu on
ilkeyi hatırlamak, en azından kısa süreliğine de olsa aynada kendine bakmaya
özgü bir özeleştiri alanı açar diye düşündüğüm için Fernand Schwarz’ın Kadim Bilgeliğin Yeniden Keşfi adlı
kitabından mealen ve çeviriden kaynaklı olduğu ihtimal dahilinde bulunan bazı
boşlukları doldurarak bu bölümü kısaca alıntılıyorum:
1.
Hükümdar, şartlar ne olursa olsun hoşgörüyü
elden bırakmamalı, cömert olmalı, yüreğini merhametle doldurmalı: Zenginlik ve
mülk için ne doyumsuzluk ne de bağlılık duymalı fakat bunu toplumun refahı için
kullanmalıdır.
2.
Yüksek bir ahlaki karakter taşımalı: Hiçbir
zaman hayatı yok etmemeli, insanları kandırmamalı, çalmamalı ve başkalarını
sömürmemeli; yanlış şeyler söylememeli, baş döndürücü içkiler almamalı.
3.
Şahsına dair her şeyi toplumun iyiliği için feda
etmeli. Konforunu, adını, ününü, hayatını bile devletin çıkarları için feda
etmeye hazır olmalıdır.
4.
Doğruluk ve bütünlük içinde olmalıdır:
Görevlerini uygulamada herhangi bir korkudan ve kayırmadan uzak durmalı,
niyetlerinde samimi olmalı ve halkı kandırmamalıdır.
5.
Sevimlilik ve nezaket sahibi olmalıdır: Yumuşak
bir huya sahip olmalı, hilm ile hareket etmelidir.
6.
Güzel alışkanlıklarına bağlı olmalı: Sade bir
hayat yaşamalı, kendinin lükse kaymasına izin vermemelidir. Şartlar ne olursa
olsun kendine hakim olmalıdır.
7.
Başkalarına nefret, kötü istek veya kin
duymamalı. Hiç kimseye karşı hınç beslememelidir.
8.
Şiddet kullanmamalı, barışı ve adaleti egemen
kılmaya çalışmalıdır.
9.
Sabır, af, hoşgörü, anlayış sahibi olmalıdır:
Kendini kaybetmeden imtihanların, zorlukların ve hakaretlerin üstesinden
gelmelidir.
10.
Halkın refahının lehine olan kararlara karşı
çıkmamalı, halkla uyum içinde bulunmalıdır.
Elbette eserin
yazarı, yöneticinin vasıflarına dair bu alıntıların bir karşılığı, semeresi
olduğunu da kaydetmeden geçmez. “Bu niteliklere sahip insanlar tarafından
yönetilen bir devletin ne kadar mutlu olacağını söylemek gereksizdir. Ve bu her
şeye rağmen bir ütopya değildir. Çünkü geçmişte bu fikirler üzerine beyliklerini
bina eden Asoka gibi hükümdarlar bulunmuştur.” Kendini bile idare etmekte
zorlanan toplulukların yaşadığı böylesi bir çağda bu ilkelere uymak göründüğü
kadar kolay olmasa gerek. Bununla birlikte, bu on ilkenin kendinde toplandığı
hükümdar sayısı o kadar az ki! Peygamberler bir tarafa bırakıldığında dünya
tarihinde söz konusu ilkelerin kendisinde cem olunduğu kişi sayısı bir elin
parmaklarını geçmez. Bu, aynı zamanda dünya tarihinin neden güllük gülistanlık
değil de cehennemi andıran dikenli bir yoldan geçtiğinin de sağlaması değil
midir?