Adı Konulmamış Tanrı(lar)
Modern zamanlara gelindiğinde din, kategorik olarak insan hayatının küçük bir dilimine inhisar ettirildiğinden, kapsayıcı niteliği göz önüne alınmadı. Leszek Kolakowski’nin tabiriyle din “şamil-i mutlak” bir kategori olmaktan çıktı. Din bu şekilde tasavvur edildiğinde gerçekten insan hayatının küçük bir dilimi içinde mi kendisini gösterdi? Doğrusu hayır.
Burada iki
önemli gelişme oldu. Birincisi, özellikle Kant’tan bu yana dinin modern
formlarda konuşmaya zorlanması, yani varlık kazanmak istiyorsan kendini
rasyonel olarak ifade edeceksin tehdidi karşısında, din ısrarla hayatın her
yerinde olduğunu vurguladı. Hatta modernliğin bu noktada bir kriz içerisine
girdiğini söylemek mümkündür.
İlk önce
pozitivistik yöntemle aşkın olana dair “yoktur” yargısını verdi. Halbuki
fenomenler dünyası içerisinde kalması gereken insani bilgi üretme etkinliği,
kapsayamadığı alanla ilgili en azından “bilmiyorum” demesi gerekirdi. Bunun
doğal sonucu olarak insanın değdiği farklı hayat alanlarının herbiri “dini” ya
da “dinimsi” nitelikler kazanmaya başladı. Habermas’ın modernitenin krizi diye
belirttiği üç maddeden birisi anlam sorunudur ki, anlam problemi de bu krizin
bir uzantısıdır.
İkincisi de,
buna bağlı olarak dinimsi yapılar artmaya başladı. İmparatorluktan
Ulus-devletlere geçişle birlikte bireyselleşen ve seküler nitelikler kazanması
beklenen yeni “toplum” hemen vakit kaybetmeden kendisini büyük bir cemaat
olarak konumlandırmıştır. Hatta “toplum” dediğimiz kavram da son kertede bu
seküler yaklaşımın kavramsallaştırması olarak varlık kazanmıştır.
Salt seküler
kalan topluluk türleri, insanı yeteri kadar “sıcak” bir şekilde saramadığı
durumlarda kriz belirtileri göstermeye devam etmektedir. Bu anlamda insanın
sürekli daha üst (bunu aşkın olarak da okuyabiliriz) bir kategoriye müracaat
etmedikçe, kendisini bile kapsayamadığı anlaşılmaktadır. Daha da ötede seküler
olanı kutsaldan ayırma teşebbüsleri arttıkça, hatta kutsal ile seküler arasında
düalist bir yapılaşma inşa edildikçe, seküler olan da kendisini kutsal
formlarda inşa etme gibi bir zorunluluk içerisinde bulmuştur. Postmodern
zamanlara gelirken bu bağlamda gözlemlediğimiz durum, seküler kutsalların artık
insan hayatına bolca girmesidir. Bugün mitolojilerin postmodernlikle birlikte
yeniden yayılması da önemli göstergelerdendir. Halbuki modernlik bizzat hayatı
mitoloji ve hurafelerden arındırarak rasyonelleştireceği konusunda iddialı idi.
Burada şu
noktanın altını özenle çizmeliyiz. Rasyonel davranış insan hayatı için önemli
olmakla birlikte, İnsan tamamıyla rasyonelleştirilmiş bir varlık olmaya
dayanamaz. Onun mutlaka bir metafizik ile güdülendirilmesi gerekmektedir. Bunun
temel sebebi, insanın bir boyutunun sürekli aşkına uzanmasıdır; çünkü insan
Allah’tan (CC) gelmiştir.
Bir kere insan
ıstıraplar yaşayan bir varlıktır. Bu ıstıraplarla rasyonel kapasitesi
çerçevesinde başa çıkması mümkün değildir. Bir noktadan sonra kendisini aşan
bir metafizikle irtibat kurmak ister. Diğer insanlara yardım ederek yardım
görmeyi istemek, kurban keserek bir güce yaklaşmak, iç huzuru talepleri hep bu
bağlamda düşünülmelidir.
Modern
zamanlarda insan çok önemli şeyler yapmıştır. Bu doğru. Fakat insan ile hayat
arasında varolan ve kapanması kanaatimizce mümkün olmayan boşluk, dini hep var
kılacaktır. Adam Smith “piyasada gizli el”den bahsederken aslında dine ve
metafiziğe direksiyon kırmıştı. İnsan ise ıstırap dolu hayatla mücadele
ederken, Tanrı’yı arıyor. Ya buluyor; bulamazsa uyduruyor. Hasılı dinin
devrinin geçtiği yargısı bir masaldan öte bir şey değil.
Gerçek olan şu:
İnsan sürekli Allah’ı taklit etmektedir.