Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Adı Konulmamış Tanrı(lar)

Modern zamanlara gelindiğinde din, kategorik olarak insan hayatının küçük bir dilimine inhisar ettirildiğinden, kapsayıcı niteliği göz önüne alınmadı. Leszek Kolakowski’nin tabiriyle din “şamil-i mutlak” bir kategori olmaktan çıktı. Din bu şekilde tasavvur edildiğinde gerçekten insan hayatının küçük bir dilimi içinde mi kendisini gösterdi? Doğrusu hayır.

Burada iki önemli gelişme oldu. Birincisi, özellikle Kant’tan bu yana dinin modern formlarda konuşmaya zorlanması, yani varlık kazanmak istiyorsan kendini rasyonel olarak ifade edeceksin tehdidi karşısında, din ısrarla hayatın her yerinde olduğunu vurguladı. Hatta modernliğin bu noktada bir kriz içerisine girdiğini söylemek mümkündür.

İlk önce pozitivistik yöntemle aşkın olana dair “yoktur” yargısını verdi. Halbuki fenomenler dünyası içerisinde kalması gereken insani bilgi üretme etkinliği, kapsayamadığı alanla ilgili en azından “bilmiyorum” demesi gerekirdi. Bunun doğal sonucu olarak insanın değdiği farklı hayat alanlarının herbiri “dini” ya da “dinimsi” nitelikler kazanmaya başladı. Habermas’ın modernitenin krizi diye belirttiği üç maddeden birisi anlam sorunudur ki, anlam problemi de bu krizin bir uzantısıdır.

İkincisi de, buna bağlı olarak dinimsi yapılar artmaya başladı. İmparatorluktan Ulus-devletlere geçişle birlikte bireyselleşen ve seküler nitelikler kazanması beklenen yeni “toplum” hemen vakit kaybetmeden kendisini büyük bir cemaat olarak konumlandırmıştır. Hatta “toplum” dediğimiz kavram da son kertede bu seküler yaklaşımın kavramsallaştırması olarak varlık kazanmıştır.

Salt seküler kalan topluluk türleri, insanı yeteri kadar “sıcak” bir şekilde saramadığı durumlarda kriz belirtileri göstermeye devam etmektedir. Bu anlamda insanın sürekli daha üst (bunu aşkın olarak da okuyabiliriz) bir kategoriye müracaat etmedikçe, kendisini bile kapsayamadığı anlaşılmaktadır. Daha da ötede seküler olanı kutsaldan ayırma teşebbüsleri arttıkça, hatta kutsal ile seküler arasında düalist bir yapılaşma inşa edildikçe, seküler olan da kendisini kutsal formlarda inşa etme gibi bir zorunluluk içerisinde bulmuştur. Postmodern zamanlara gelirken bu bağlamda gözlemlediğimiz durum, seküler kutsalların artık insan hayatına bolca girmesidir. Bugün mitolojilerin postmodernlikle birlikte yeniden yayılması da önemli göstergelerdendir. Halbuki modernlik bizzat hayatı mitoloji ve hurafelerden arındırarak rasyonelleştireceği konusunda iddialı idi.

Burada şu noktanın altını özenle çizmeliyiz. Rasyonel davranış insan hayatı için önemli olmakla birlikte, İnsan tamamıyla rasyonelleştirilmiş bir varlık olmaya dayanamaz. Onun mutlaka bir metafizik ile güdülendirilmesi gerekmektedir. Bunun temel sebebi, insanın bir boyutunun sürekli aşkına uzanmasıdır; çünkü insan Allah’tan (CC) gelmiştir.

Bir kere insan ıstıraplar yaşayan bir varlıktır. Bu ıstıraplarla rasyonel kapasitesi çerçevesinde başa çıkması mümkün değildir. Bir noktadan sonra kendisini aşan bir metafizikle irtibat kurmak ister. Diğer insanlara yardım ederek yardım görmeyi istemek, kurban keserek bir güce yaklaşmak, iç huzuru talepleri hep bu bağlamda düşünülmelidir.

Modern zamanlarda insan çok önemli şeyler yapmıştır. Bu doğru. Fakat insan ile hayat arasında varolan ve kapanması kanaatimizce mümkün olmayan boşluk, dini hep var kılacaktır. Adam Smith “piyasada gizli el”den bahsederken aslında dine ve metafiziğe direksiyon kırmıştı. İnsan ise ıstırap dolu hayatla mücadele ederken, Tanrı’yı arıyor. Ya buluyor; bulamazsa uyduruyor. Hasılı dinin devrinin geçtiği yargısı bir masaldan öte bir şey değil.

Gerçek olan şu: İnsan sürekli Allah’ı taklit etmektedir.