Adamı Hasta Etme!
Hastanelerin amacı hepimizi hasta etmek midir?
Değildir elbet.
Öyleyse, niçin “hastane”
diyoruz ya da
“hastahane” diyoruz?
Hastaların bir arada getirildiği mekân, hastaların
toplandığı, ayakta ya da yatarak tedavi edildiği yer.
Bir yerin ismi, rengi, oraya yüklenen anlam, ya olumlu
mesajlar verir ya da olumsuz.
Mesela…
Ankara’nın “gri”
binalarına baktığınızda, suratı asık “kamu
otoritesi”ni hatırlarsınız.
Kamu “heykellerini”
hatırlarsınız!
“Devlet Konukevi”
yazısını gördüğünüzde, bir “sınıfa” verilmiş
imtiyazı düşünürsünüz ve o sınıftan değilseniz kendinizi dışlanmış
hissedersiniz…
“Kreş” kelimesinin,
hayvanların otlanması için kullanılan “yalak”
anlamına geldiğini ve Hz. İsa’nın bir samanlıkta doğuşuna işaret ettiğini
bilirseniz, bambaşka şeyler düşünürsünüz.
“Muhafaza-KÂR”
kelimesini “Müslüman” olarak
anlarsanız, O’nun bir “Güzel
istikametten saptırma ideolojisi” olduğunu ıskalarsanız, zokaları kolaylıkla
yutarsınız!
Kalvinistleşirsiniz!
Kelimeler ve kavramlar, duruşumuzu, istikametimizi belirler.
Hayal dünyamızın sınırlarını çizer.
Algılarımızı şekillendirir.
“Hastane” kelimesinden
girmiştik söze.
Bu kelimeyi “yerleştirenler”in
maksadı, insanları daha da hasta etmek midir acaba?
Niye Hastane diyorsunuz da, “Şifahane” demiyorsunuz?
Oralar hasta etme evleri değil de, “şifaya vesile olma evleri” ise eğer, niçin “hastane” diyorsunuz?
“Pislikleri”
temizleme işleriyle görevli olana “temizlikçi”
diyoruz , “pislik giderici” ya da “pislikçi” değil!
Olumlu düşün ki, sonuç iyi olsun.
Güzel kelimeler kullan ki, güzellik olsun.
Bilemiyorum; “hastane”
dendiğinde, kafaya olumsuz çağrışımların üşüştüğünü, insanların adeta daha
da hasta olmaya sevk edildiğini düşünenlerin oranı ne kadardır?
Herhalde çok azdır, bu "azınlık"
çoğunluğun olumsuz yönde etkilenmesine engel olamaz.
“Hastane” lâfını
duyduğunuzda içiniz ürperir.
“Şifahane” dense, “tabelâlara
böyle yazılsa Osmanlı’daki gibi”, ne güzel olur değil mi?
Sağlık Bakanlığı, acaba böyle bir adımı atar mı?
Yani, bütün hastaneleri "şifahane"lere
dönüştürür mü?
Bu yazının esas maksadı, “hastane”ye bundan böyle “şifahane”
denmesini sağlamak değil elbet.
Yan maksadımız bu.
Esas maksadımız, kelimelerin, kavramların, duygu ve düşünce
dünyamızda oluşturduğu etkilere dikkat çekmek.
Bizi buradan vurdular, zeminimizi kelime ve kavram dünyamızı
iyice daraltarak, kısırlaştırarak kaydırdılar.
Bizler, "bereket'i
bile unuttuk!
Bereketli beşin, bereketsiz 155’ten çok daha güzel olduğunu
unuttuk!
“Kıl beşini bil
işini” Müslümanları olduk!
Muhafaza-KÂR’laştık!
Böyle olunca da, hepimiz birer politikacıya dönüştük.
“Dün dündür, bugünse
bugün”eiman eder olduk!
Evet, bereket.
Bu kelimenin karşılığı yok!
“Bolluk” değil, “çokluk” değil, “win-win” hiç değil!
Bereket.
İçinde ne güzellikler saklı.
Bir başaktaki bereket.
“Bereketini gör!”,
“Allah bereket versin!” dualarındaki
bereket.
Biz “bereket”i
unutunca, ne yaptık?
Her yanımızı betonlarla doldurduk.
Toprağı betonlarla kapladık, sağanak yağışlarda sellere
kapıldık!
“Bereket”
olmayınca “merhamet” de kalmadı.
Çok daha fazlasına sahip olma yarışı, “merhametimizi” tüketti!
Kazandığının
bereketi, kalbinin merhameti olmayanın adaleti olur mu?
Maalesef, ”adaletimiz”
de kalmadı!
Makamla, mevkiyle, şanla, şöhretle imtihanımızı kaybettik.
Kibirlendikçe kibirlendik, tevazumuzu kaybettik!
Dere kenarında abdest alırken bile suyun her damlasına
dikkat etmekle mükellefken, israfın dibine vurduk, milyarlarca açın rızkını boş
yere tükettik!
Bizi kavramlarımızdan vurdular.
Mesela…
“Müsamaha”, hoşgörü değildir asla.
“Müsamaha”
kelimesinin içinde, hem merhamet
vardır, hem de kararında “azamet”.
“Müsamaha”,
hoşgörülmemesi emredileni hoşgörmek değildir asla.
Biz, "müsamaha”nın
yerine “hoşgörü”yü koyanların
oyununa geldik!
Öyle olunca da, “Anadolu Kriterleri”ni
unuttuk, “Kopenhag Kriterleri”ne bel
bağladık.
Avrupa’dan “müzakere
tarihi” aldık diye, fener alayları düzenledik, havalara uçtuk!
“Vizesiz Avrupa artık
çok yakın!” manşetleriyle avunduk!
Kavramlarımızı, kelimelerimizi kaybettik.
Ve bugün…
Bizler 400 kelimeyle…
Gençlerimiz ise, 100 - 150 kelimeyle anlaşmaya çalışır
olduk.
Şimdi…
Ben bunları yazdım ya…
Birileri çıkar, “İçinde
bulunduğumuz sıkıntılarla bunların ne ilgisi var?” diye sorar!..
Beni iyice “hasta” eder!