Adam aramak veya adamını Aramak
Toplumumuz, erdemli davranış sergileyen ve belli meziyetleri ile kendini gösteren insanları adam gibi adam diye kıymetlendirir. Adam, bizim zihnimizde bambaşka çağrışımlar yapan erdemli bir kelimedir. Bir toplum adam gibi adamları sayesinde ayağa kalkar ve yükselir. Tersi ise ifsattır. Zira işe göre adamı değil de adama göre işi tercih etmeye başladığı andan itibaren o toplum kendi kendine en büyük zararı vermiş olur. Yaratılışı ve kabiliyeti mükemmel olsa da insan, dünya hayatına gözünü açtığı andan itibaren hep bir imtihandadır. Bu imtihanın temel sebebi kendisine verilen akıl ve vahiy nimetidir. Bu iki nimetin olduğu yerde ilahî imtihan da tabiidir. Zira Allah insanı en güzel bir kıvamda yaratmış, ona iyi veya kötü olanı tercih etme şansı tanımıştır. İnsan haricindeki diğer varlıklarda ise akıl nimeti olmadığından, sorumluluk da yoktur. Öyleyse akıl güzel bir nimettir.
Akıl, insanın hem avantajı hem
dezavantajıdır. Şöyle ki insan, hilkatinde mükemmel olsa da dünya imtihanı
bakımından eksik ve kusurlara açıktır. Bu nedenle sıklıkla kendini, ailesini,
dostlarını hele de kendine eşsiz nimetler veren Rabbini unutmakla maluldür.
Kendini bu tür illetlerden mümkün mertebe uzak tutabilenler, insan kelimesinin
hakkını gerçekten verenlerdir. Bu gibilerin yanında huzur duyulur ve adeta akan
sular durur. Onlar, tekin ve kötülüğün tarafını seçen şerlilerden köşe bucak
kaçan insanlardır. Çünkü şerli insanların bir ilkesi ve omurgası olmaz. Tamda
bu nedenle kendileri, yaptıkları akla hayale sığmaz kötülükler sebebiyle
Kuran’da en aşağılık mahlûk olarak isimlendirilir. Bunlara insan demek
de esasında o güzelim kelimeyi kirletmektir. Çünkü insan, zihinlerde hep olumlu
çağrışım yapan bir kelimedir ve bu kelimeyi harcıâlem tüketmemek gerekir.
İnsan, biyolojik varlığımızı ifade
için kullanılan derunî ve güzel anlamlı şemsiye bir kavramdır. Hayatın ta
merkezinde yer alır. Bütün varlıklar için hayatın ve ölümün sahibi ise
Allah’tır. Kâinatta her an yeni doğumlar ve ölümler olmakla birlikte, bunlar içerisinde
en dikkat çekeni insana ait olanıdır. Allah insanı pek çok üstün özellikle
yaratmış, yeryüzünde imar ve ıslah görevini ona vermiştir. Bununla birlikte
insanın azgın ve bozguncu yönüne de dikkat çekmiştir. Neticede insan, Yüce
Allah tarafından mükemmel bir kıvamda yaratılmış ve dünyevi hayatın merkezine
yerleştirilmiştir. Hayat ise bir bakıma iyilik ile kötülüğün, fesat ile salahın
galip gelme mücadelesidir. Bu da ancak insan eli ile olmaktadır. Öyleyse insanlık
tarihi fesat ve bozgunculuk tarafında olanlarla, iyilik ve ıslah tarafında
olanların mücadelesidir. Elbette insanın hele de Müslümanlıkla yoğrulan bir
medeniyetin mensubu olanın tarafı açıkça haktan yana olandır. İyilik elbette
iyi insanların eliyle gerçekleşir. Müslüman iyi olmak ve iyilerin tarafında
olmak zorundadır. Bir toplumu ayağa kaldıranlar da bunlardır. Bunların azlığı
ya da yokluğu kaht-ı rical yani insan kıtlığı olarak ifade edilir.
İnsan iyilikte de kötülükte de
uçlarda gezme kabiliyetine sahip olduğu için, Cenabı Allah onu başıboş
bırakmamış; kulluk yapma yükümlülüğü ile disiplin altına almıştır. Kulluk
hayatın merkezinde yer almıyorsa zaten insanın savrulacağı mecranın neresi
olacağını kestirmek çok zordur. Bu nedenle halkımız “Kork Allah’tan
korkmayandan. Korkma Allah’tan korkandan” demiştir.
Bir millet yetişmiş insan gücü ile
yükselir ya da çöker. İnsanın yetiştirmek bir toplumun temel vazifesidir. Aynı
zamanda o insanları kabiliyetli ve liyakatli işlerde istihdam etmek de bu işin
bir parçasıdır. Devlet bir yandan kaliteli insan yetiştirmeli, öte yandan
onları kabiliyetlerine göre istihdam etmelidir. Devlet bu konuda eğer yeterli
insan yetiştirememişse veya onları teminde güçlük yaşıyorsa, ortada bir kaht-ı
rical (insan kıtlığı) meselesi var demektir.
Öte yandan kabiliyetli insanları
bulma çabası içerisine girmemek veya onları bir şekilde kenara itmek ve
istifade etmemek de aynı sonucu doğuracaktır. Yani kabiliyeti olanın bir
şekilde küstürülmesi veya kenara itilmesi o insanlarda ümitsizliğe yol
açacaktır. Bu durumda kaht-ı ricalden değil, kahr-ı ricalden (adam
küstürmekten) söz etmek gerekir. Bir toplum ayağa kalmak istiyorsa bütün
kabiliyetlerinden yerli yerince istifade etmelidir.
Birey olarak da şayet yaşadığımız
toplumun ifsat olmasını istemiyorsak hakkımız, haddimiz ve bilgimiz dâhilinde
olmayan işlere asla talip olmamalıyız. Bu da özünde bir toplumun kaliteli ve
liyakatli insan istihdamının önündeki en büyük engellerden bir tanesidir.
Sözümüzü şu temennilerle bağlayalım.
İnsanın değerini ancak insanlıktan
nasibi olanlar takdir eder. Tıpkı veziri Asaf’ın kıymetini takdir eden Hz. Süleyman’ın
yaptığı gibi.