Adaletsiz emek
Geçtiğimiz gün Trabzonspor'un 38 yıllık şampiyonluk hasretine son verdiği kutlamaların gölgesinde kalan 1 Mayıs yine o bilindik manzaralarla kutlandı.
İşçilerin acımasızca çalıştırıldığı ağır emperyalist düzeni daha insanî
hâle getirme çabalarının bir sonucu olarak günlük çalışmanın 8 saatle
sınırlandırıldığı 1800’lerin sonlarındaki o kazanım ile insanın parayla olan
savaşına da bir çekidüzen verildi.
Hepimiz faniyiz.
Ölümlüyüz.
Tıpkı dünyanın gerisinde kalan tüm canlılar gibi karbon döngüsünün
bir parçasıyız sadece.
Dünyaya geldiğimiz günden son nefesimizi verdiğimiz güne kadar onurlu
bir yaşam sürmek için çabalıyoruz.
Bazılarımız, bu kısacık ömre sığmayacak daha büyük idealler uğruna
hayatlarını hiç düşünmeden ortaya koyuyor.
Bazılarımız ise servet kazanma uğruna tüm
değerleri ayaklar altına almaktan imtina etmiyor.
Tarih boyunca dünya hayatına çekidüzen vermek için ahiret
inancı ile bolca kural ve kaide getirildi.
Dinler ve inanışlar farklı farklı isimler taşısa da aç ve açıkta kalan çoğunluğun sabır ve şükür
etmesi telkin edildi.
Hâlbuki yüce dinimiz İslâm, çalışmayı telkin edip yanına adaleti de
ekleyerek büyük bir devrim yaptı.
Ne de olsa adalet mülkün temeli değil mi?
Maaşımızın da emeğimizin de bir adalete muhtaç olduğu ortada...
Aksi takdirde kim dur diyebilir ki o ağzı kanlı
emperyalistlerin kâr hırsı için kısacık ömürlerimizi bir hiç uğruna
heba etmesine...
Adaleti sağlamak hepimizin ortak sorumluluğu ama paranın keşfinden bu yana
gücün paraya taptığı zamanları yaşadığımız gerçeğini bize adaletin güç ile
manipüle edilmeye çalışıldığı günler şahit tuttu.
Tarih bunun gibi daha ne menem olaylarla dolu...
Hepimizin bildiği, gördüğü ya da duyduğu pekala birçok hâdise var.
Gerek ülkenin kuruluşundan bu yana kuruluş korkularını
bastırmak için kullanılan adaletten gerek ise öncesinde tahtı
korumak için kesilen başların getirdiği adaletten hiç vazgeçilmedi.
Zenginlerimiz âyan oldu, oligark oldu, banker oldu
ama maalesef çok azı insan oldu.
Gerek dinimiz gerek ise tüm kültürlerdeki inançların bizlere
öğrettiği üretimi desteklerken liyakat ve adaleti esas
alma zihniyeti, loncaların birlik ruhuyla hareket
ettiği tozlu tarih sayfalarında kaldı.
Ekonomilerin ölçülemeyecek kadar büyümesi bizleri teoriler ile
ekonomi yönetmeye sevk etti.
Dolandırıcıyı, kalpazanı önleyemediğimiz için faizi, kaydi
parayı, parasal döngüyü besledik.
İş, işçi, emekçi arkada kaldı.
Emeğini kutsallığının ne olduğu sorgulamadan üretim
çarkları çoktan makinelere teslim edilmişti bile...
Başarısızlığa olan kin, başarı için her türlü değeri ayaklar altına
almamıza o kadar kolay müsaade etti ki...
Ne insanlığımızı kaybettiğimizin farkına vardık, ne de gerçek zenginliğin
ne olduğunun...
Şimdi boş bırakılan tarlaları nasıl tekrar süreceğimizin hesabını yaparken
uzak diyarlarda milyonlarca hektar arazi kiralamanın ucuza getirildiği ile
avunuyoruz.
Emeğin ne kadar büyük bir nimet olduğunun anlaşıldığı tarım
sektörü de olmasa vay halimize...
Arazilerin engebeliliğinden mi yoksa mevsimlerin çeşitliliğinden mi olsa
gerek; makinaların yüzde 100 ele geçiremediği tek sektör olarak ayakta kaldı.
Orak ve çekicin sembolünde çekici makineye kaptıralı çok zaman olsa
da orağın gücü emeğin değerini anlamaya bir nebze olsa da yetiyor.
Emekçinin hakkını korumayı Taksim meydanlarında bağırmak
ya da lüks otellerde ve odalarda yemekler, toplantılar düzenleyerek
görüntü vermek sanan emek temsilcilerinin hoyratlığına kurban giden emekçinin
kolektif hareket etme gücü, her cephesiyle yok edilmeye devam ediyor.
Teknolojiye yenilen emeği, adaletsiz kalan sistem içinde emerek
kansız bırakan bazı işverenleri başka başka 1 Mayıslarda da
ansak ne değişir.
Değişim isteyen çoğunluğun, "gerçek patronun kim olduğunu
gösterme" fikrine sarılması yani emekçinin gösterilen sandıktan
fazlası olduğu emekçiye nasıl anlatılabilir?
İşte aklımdaki deli sorular...
Ramazan Bayramınız mübarek olsun sevgili okurlarım.