Dolar (USD)
35.19
Euro (EUR)
36.83
Gram Altın
2969.34
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
17 Temmuz 2023

​Adaletli bir ücretlendirme sistemine gerek var

Epeydir Milas’tayım. Evlerde, kahvehanelerde, kafelerde hemen her yerde birinci gündem maddesi kuşkusuz ağır vergiler ve zamlar…

Emekliler ise perişan bir vaziyette ve kendilerine reva görülen zamdan hiç de memnun değiller. Yeni öğrendim, eşi vefat etmiş olup eşinden emekli maaşı kalmış olan insanların maaşlarından da 2 bin lira kesiliyormuş.

Geçmişte pirim ödemeleri fazla olan esnaf bağkurlular, pirim ödemesi çok düşük olan tarım bağkurlularla aynı maaşı alıyor olmalarından ötürü de bir hayli şikayetçiler.

Tüm bu olan biteni ve neden bu duruma gelindiğini sevgili dostum iktisatçı Prof. Dr. Ahmet Yılmaz Ata ile konuştum.

Ahmet Yılmaz Hoca; öncelikle 14 Mayıs seçimleri öncesi uygulanan “düşük faiz, yüksek büyüme” tercihinin yanlış bir seçim olduğunu söylüyor.

Zira bu süreçte hem kur artışı ve girdi maliyet artışı hem de artan talep baskısı neticesinde yüksek enflasyonist hatta hiperenflasyonist diyebileceğimiz bir ekonomik sorun yaşandı.

İktisat biliminde, "politik konjonktür hareketleri teorisi" diye tanımlanan bir görüş vardır. Bu görüşe göre, makroekonomik politikalar siyasal iktidarlar tarafından yeniden seçilebilme endişesi ile manipüle edilebilmektedir.

Yani iktidarlar seçim öncesi, genişletici politikalar uygulayarak seçmenlerin gözünü boyamaya çalışırlar. Ancak seçimler kazanıldıktan sonra tekrar daraltıcı politikalar uygulanmaya başlanır.

Kısacası bu durum seçim öncesi popülist politikaların yaygınlaşması demektir ki sonuç olarak karşımıza artan kamu harcamaları, yüksek borç ve maalesef ekonomik kriz olarak çıkar.

Sanırım bizim başımıza da bu geldi. Ve maalesef son dönemlerde ücretlendirme politikamızda da bir çarpıklık söz konusu.

Beyaz yakalı ile mavi yakalı arasındaki ücret farkı kapanmış, farklı ücret seviyeleri yaklaşımından ziyade “tek ücret” modeline doğru bir yöneliş niyeti ortaya konulmuştur.

Bu durum, eğitimli, vasıflı, daha donanımlı bireylerin bir anlamda cezalandırılması, liyakatin ve becerinin göz ardı edilmesine yol açabilir ki şu an iktidarı da muhalefeti de çözüm için “liyakat” kavramından bahsettiği bir süreçte bu durum bir paradoks oluşturmaktadır.

Ülkemizde, son yapılan zamlar ile birlikte sadece memurun, işçi karşısındaki durumu bozulmamış aynı zamanda kariyer sahibi memur ile düz memur arasındaki ücret skalasının da kapanmasına yol açmıştır.

Bu durum haliyle eğitim almanın, okumanın bir anlamda cazibesinin yok olması demektir. Oysa Türkiye ekonomisinin temel problemi, verimlilik artışının düşük düzeyde olmasıdır. Bu sorun ancak beşeri sermayenin geliştirilmesi ile çözülebilir.

Beşeri sermayenin geliştirilmesi için, iyi eğitimli bireylerin yetişmesi ve desteklenmesi gerekir ki ücretlendirme politikası bu süreçteki en önemli araçtır. Eğer eğitimli bireyler ve toplum diyorsak, ücretlendirme politikasını da bu doğrultuda saptamamız gerekir.

Ama maalesef son yapılan ücret politikaları ve zamlar, bu yönde bir eğilim ortaya koymamış, herkesin eşit ücret aldığı, bilgi/becerinin, deneyimin, liyakatin, ve eğitimin dikkate alınmadığı bir düzenleme içermektedir.

Doğal olarak, toplumu oluşturan binlerce eğitimli, donanımlı meslek sahipleri de bu durumdan hoşnutsuz olup, “biz neden bunlarca yıl okuduk, kendimizi geliştirdik gibi…” serzenişleri dile getiriyor.

Örneğin bugün göreve başlayan bir bekçi ile 25 yıllık (1/4) öğretmen 26 bin TL civarı bir maaş alacak. Yine aynı şekilde bir akademin en üst basamağı olan ve geliştirme ödeneği almayan bir profesör 48 Bin TL maaş alacak.

Açıkçası bu rakamlar bunca yıllık eğitim, kariyer aşamalarından sonra çok da tatmin eden rakamlar değil.

Ve onlar için temel üzücü husus şu; “Sorun, kamu personeline uygun görülmeyen 1 liranın başka kesimlere pervasızca dağıtılması ve bu şekilde kariyer ve liyakat göz ardı edilerek tek ücret modeli üzerinden verimliliğin cezalandırılması” tercihidir.

Bir sonraki yazıda buradan devam edeceğiz…