Adaletli bir ücretlendirme sistemine gerek var
Epeydir Milas’tayım. Evlerde, kahvehanelerde, kafelerde hemen her yerde birinci gündem maddesi kuşkusuz ağır vergiler ve zamlar…
Emekliler ise perişan bir vaziyette ve kendilerine reva
görülen zamdan hiç de memnun değiller. Yeni öğrendim, eşi vefat etmiş olup eşinden emekli maaşı kalmış olan insanların
maaşlarından da 2 bin lira kesiliyormuş.
Geçmişte pirim
ödemeleri fazla olan esnaf bağkurlular, pirim ödemesi çok düşük olan tarım
bağkurlularla aynı maaşı alıyor olmalarından ötürü de bir hayli şikayetçiler.
Tüm bu olan biteni ve neden bu duruma gelindiğini sevgili
dostum iktisatçı Prof. Dr. Ahmet Yılmaz
Ata ile konuştum.
Ahmet Yılmaz Hoca; öncelikle 14 Mayıs seçimleri öncesi
uygulanan “düşük faiz, yüksek büyüme” tercihinin yanlış bir seçim olduğunu
söylüyor.
Zira bu süreçte hem
kur artışı ve girdi maliyet artışı hem de artan talep baskısı neticesinde
yüksek enflasyonist hatta hiperenflasyonist diyebileceğimiz bir ekonomik sorun
yaşandı.
İktisat biliminde, "politik
konjonktür hareketleri teorisi" diye tanımlanan bir görüş vardır. Bu
görüşe göre, makroekonomik politikalar siyasal iktidarlar tarafından yeniden
seçilebilme endişesi ile manipüle edilebilmektedir.
Yani iktidarlar seçim
öncesi, genişletici politikalar uygulayarak seçmenlerin gözünü boyamaya
çalışırlar. Ancak seçimler kazanıldıktan sonra tekrar daraltıcı politikalar
uygulanmaya başlanır.
Kısacası bu durum seçim öncesi popülist politikaların yaygınlaşması
demektir ki sonuç olarak karşımıza artan kamu harcamaları, yüksek borç ve
maalesef ekonomik kriz olarak çıkar.
Sanırım bizim başımıza da bu geldi. Ve maalesef son dönemlerde
ücretlendirme politikamızda da bir çarpıklık söz konusu.
Beyaz yakalı ile mavi
yakalı arasındaki ücret farkı kapanmış, farklı ücret seviyeleri yaklaşımından
ziyade “tek ücret” modeline doğru bir yöneliş niyeti ortaya konulmuştur.
Bu durum, eğitimli,
vasıflı, daha donanımlı bireylerin bir anlamda cezalandırılması, liyakatin ve
becerinin göz ardı edilmesine yol açabilir ki şu an iktidarı da muhalefeti de
çözüm için “liyakat” kavramından bahsettiği bir süreçte bu durum bir paradoks
oluşturmaktadır.
Ülkemizde, son yapılan zamlar ile birlikte sadece memurun, işçi
karşısındaki durumu bozulmamış aynı zamanda kariyer sahibi memur ile düz memur arasındaki
ücret skalasının da kapanmasına yol açmıştır.
Bu durum haliyle eğitim
almanın, okumanın bir anlamda cazibesinin
yok olması demektir. Oysa Türkiye ekonomisinin temel problemi, verimlilik artışının düşük düzeyde olmasıdır.
Bu sorun ancak beşeri sermayenin geliştirilmesi ile çözülebilir.
Beşeri sermayenin geliştirilmesi için, iyi eğitimli bireylerin yetişmesi ve
desteklenmesi gerekir ki ücretlendirme politikası bu süreçteki en önemli
araçtır. Eğer eğitimli bireyler ve toplum diyorsak, ücretlendirme politikasını
da bu doğrultuda saptamamız gerekir.
Ama maalesef son
yapılan ücret politikaları ve zamlar, bu yönde bir eğilim ortaya koymamış,
herkesin eşit ücret aldığı, bilgi/becerinin, deneyimin, liyakatin, ve eğitimin
dikkate alınmadığı bir düzenleme içermektedir.
Doğal olarak, toplumu oluşturan binlerce eğitimli, donanımlı
meslek sahipleri de bu durumdan hoşnutsuz olup, “biz neden bunlarca yıl okuduk, kendimizi geliştirdik gibi…” serzenişleri
dile getiriyor.
Örneğin bugün göreve başlayan
bir bekçi ile 25 yıllık (1/4) öğretmen 26 bin TL civarı bir maaş alacak. Yine
aynı şekilde bir akademin en üst basamağı olan ve geliştirme ödeneği almayan
bir profesör 48 Bin TL maaş alacak.
Açıkçası bu rakamlar bunca yıllık eğitim, kariyer
aşamalarından sonra çok da tatmin eden rakamlar değil.
Ve onlar için temel üzücü husus şu; “Sorun, kamu personeline uygun görülmeyen 1 liranın başka kesimlere pervasızca
dağıtılması ve bu şekilde kariyer ve liyakat göz ardı edilerek tek ücret modeli
üzerinden verimliliğin cezalandırılması” tercihidir.
Bir sonraki yazıda buradan devam edeceğiz…