''Adalet Yürüyüşü'' yetmedi, ‘Baro Yürüyüşü’ verelim
Türkiye’de bazı meslek örgütleri, cemiyet, cemaat gibi baskı unsuru olabilecek yapıların oluşturdukları kartelvari yapı asli görevleri yerine ülke siyasetini istedikleri gibi yönlendirme vazifesini de üstlenmişler. On yılları bulan sürede bu vazifeyi “TEK”liklerinden dolayı çok rahat ve pervasız bir şekilde gerçekleştiriyorlar/dı.
Dün, önceki gün haberlerde görmüşsünüz, “bir kısım baro”ya üye avukatlar hükumetin, Baroların yapısıyla ilgili değişiklik çalışması başlatması üzerine yürümeye başladılar. Bu yürüyüşün en az 20 başlıkta eleştirilecek yönü olsa da biz, TBMM Adalet Komisyonu Başkanvekili Sayın Yılmaz Tunç’tan istifade ederek birkaç eleştiri ile yetineceğiz.
Yürüsünler, yasal haktır yürüyüş, kendi kartelvari yapılarının muhafazası için de olsa yürüsünler, lakin yürümesi gereken daha önemli, gerekli yerler, zamanlar, olaylar da olmalı değil miydi?
Mesela;
Bu ülkede bundan 7 yıl önce, tam da bugün yürüyen bu “bir kısım baro”nun alanına giren bir yargı-emniyet darbesi gerçekleşti. Bu barolar, “Fetullahçılar” olarak bilinen yargı ve emniyet içinde çöreklenen yapının, milletin oyları ile seçilen meşru hükumete karşı giriştikleri bu darbeye alkış tuttu. Çünkü Recep Tayyip Erdoğan zarar görecekti.
O “bir kısım baro”, 17/25 Aralık’ta dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın zarar görmesi umuduyla “hukukun içine etmek!” gibi yüz kızartıcı bir yolu seçti.
Bir bu mu?
Bu ülkede bundan 5 yıl önce, terör örgütü PKK farklı illerdeki 12 ilçede ağır silah, bomba ve sair patlayıcı mühimmatla ilçeyi işgal etmek için çukur ve hendekler kazdı.
Bu “bir kısım baro” ne mi yaptı?
Bu “bir kısım baro” terör örgütüne destek çıkanları masum göstermek için -tabirimi mazur görün- yırtındı.
Bu ülkede daha 4 yıl olmadı ki FETÖ, bir işgal ve darbe girişiminde bulundu ve bu hain girişim neticesinde 250 insanımızı şehid olurken, 2250 vatandaşımız da yaralanmak suretiyle Gazi oldu.
Bu ülkede bunlar yaşanırken bu “bir kısım baro” darbecilere karşı önlemleri sulandırmaya çalıştı, ama açık ama yarı açık…
Terör örgütlerine göre ayrı kınamaları vardır bu “bir kısım baro”ların. Şayet terör saldırısı gerçekleştiren FETÖ, DHKP-C ya da PKK ise mümkün olan en silik, en boğuk, en belirsiz cümlelerle kınama! yapılır bu “bir kısım baro” tarafından.
İşte Kulp’ta PKK’nın katlettiği vatandaşlarımız için bu “bir kısım baro”nun belirsizliklerle dolu olduğu için, kınadıkları örgütün meçhul kaldığı kınama:
“Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde orman işçisi vatandaşlarımızı taşıyan aracın geçişi esnasında, terör örgütü tarafından yola döşenmiş patlayıcının infilak etmesi sonucunda 4 vatandaşımızın hayatını kaybettiğini, 13 vatandaşımızın da yaralandığı büyük bir üzüntüyle öğrenmiş bulunuyoruz.
Terör için araç; kan, gözyaşı, barbarlık ve acımasızlıktır. Amacı ise toplumsal huzur ve birliğimizi, alçak saldırıları ile bozmak, korku yaymaktır. Beslendiği mecra tam olarak budur.
Sivili, askeri, polisi, kadını, çocuğu, kundaktaki bebeği acımadan canice öldüren ve işlediği tüm cinayetleri, ideolojik kılıflar ile aklayacağını sanan bu sefil örgütlenme ve kötülüğün örgütlü zulmü, şiddet seviciliğinin de tezahürü olan bir alçaklıktır.
Hain saldırıda yaşamını yitiren vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, kederli ailelerine sabır ve güç, yaralı vatandaşlarımıza da acil şifalar diliyoruz.
Milletçe başımız sağ olsun, kahrolsun terör!”
Kahrolsun da,
Kim?
Terör mü kahrolsun?
Var mı böyle bir kahrolma şekli?
Terör dediğin şey silah sıkmaz, bomba patlatmaz, saldırı düzenlemez. Terörü gerçekleştiren bir örgüt vardır ve o örgüt hangisi ise terör saldırısı gerçekleştiren de odur.
Kahrolması gereken terör değil, terör örgütü kahrolmalı ki terör son bularak sizin tabirinizle “kahrolsun”.
Ankara Barosu, 140 sözcükten oluşan bu açıklamada 1 kerecik, evet evet, sadece 1 kerecik yer verseydi ne tür bir hukuksuz durum ol(uş)acaktı ki bu terör örgütünün PKK olduğunu söylemekten kaçındı?
Amaç kınamak değil, zoraki bir açıklama ile bu kadar.
Sizi 28 Şubat’tan biliriz. Başörtüsüne koyduğunuz defanstan biliriz.
Sizi 27 Nisan’dan biliriz. Darbe bildirisine karşı dut yemişliğinizden.
Velhasıl-i kelam sizi iyi biliriz,
Pardon, sizi hiç “iyi” bilmiyoruz…