ADALET
Adalet mülkün temelidir. Her duruşma salonunda yazar. Bir ülkenin sağlık sistemi, alt yapısı vs. sorunlu olabilir. Ancak "Adalet" o ülkede yoksa bu bir şekilde o ülkenin yok olmasının da başlangıcıdır. Bunun tarihte bir çok örneği bulunmaktadır.
Günümüzde Adalet tüm dünyada aranmakta ve eğer adalete ulaşılamaz ise dünya düzeni de değişmek zorunda kalacak. Bunu da dünya insanları sağlayacak. Zira terörist olarak nitelenen gruplar sürekli halkının çoğu Müslüman olan memleketlerden çıkmakta. Bu devlet vatandaşları da tüm dünya da vebalı muamelesi görmekte. Ancak bu memleketlerle ticaret yapan, sıkı fıkı olan ülkelere baktığımızda orta çağı yaşamış şu an medeni olduğunu iddia eden batı ülkeleri olduğunu görmekteyiz. Ortaçağ kavramını kasıtlı olarak kullandım. Zira birçoğumuz hiç dikkat etmeden bu kavramı kullanıyoruz. Ortaçağ Avrupa tarihi ile ilgili bir kavramdır. Bizim tarihimizde ortaçağ bulunmamaktadır. Tam tersine adaletin tesis edildiği ileri bir dönem yaşanmıştır.
Sömürge yaptıkları ve halen sömürdükleri ülkelerin başında bulunan kuklalar ile o halkı idare eden ülke liderleri oluşturduklar uluslar arası kurumlar aracılığı ile de tüm dünyayı hizaya çekmeye çalışmakta kendi çıkarları doğrultusunda da dünyayı yönetmeye çalışmaktadırlar. Bu sömürü düzenine aykırı her sesi de önce yalnızlaştırmakta sonra da "terör" yaftası ile ya sesini kesmekte ya da iç destekçileri ile iktidardan indirme yoluna gitmektedirler.
Sahi cumhuriyet ve seçim olmazsa olmaz olan yöntemlerdir değil mi? En azından bize öyle öğretildi. Ancak en fazla insan hakkının ihlal edildiği memleketlerdeki yöneticiler/liderler ne seçimle geliyorlar ne de bize öğretildiği üzere bu ülkelerde çağımızın yönetim şekli olan cumhuriyet var. Seçim olan yerlerde de sadece diktatörler kazanıyor/kazandırılıyor. Bu ülkelerin liderlerinin hepsi ya batıda yatırımları ve ikinci ikameti olan ya da ikinci vatandaşlığı olan kişiler. Bu durumda "insan haklarının, cumhuriyetin, seçimin, kadın haklarının vs." önemi kalmıyor.
Tüm bu ana konular üzerinden günümüz dünyasını değerlendirdiğimizde "adalet'in olmadığı" bir manzara ile karşılaşıyoruz.
Adaletin olmadığı bir ortamda Almanya'da "Pegida-Batının İslamlaşmasına Karşı Yurtsever Avrupalılar" yürüyüşleri başladı. Avustralya'da bir başörtülü bayana ülkede olan adli bir olay nedeni ile tükürüldü.
Norveç'te olan bombalama hadisesinden dolayı ne olmuştu? Hiçbir Norveçli bombacı damgası yedi mi? Amerika'da siyahi vatandaşlarını polisler tarafından sürekli öldürülüyor. ABD'liler bununla ilgili suçlanıyor mu? Ya da İngiltere'de 168 yıllık bir gazete kapatılıyor ama kimse basın özgürlüğü nedeni ile İngiltere'ye bir şey söyleyemiyor. Almanya Hamburg'ta savaş çıkıyor. Polis orantısız müdahalenin en üst ve yeni sürümü ile saldırıyor ama kimse ses çıkartmıyor. Çıkartmadığı gibi de konu unutulmaya terk ediliyor.
Tüm bunları neden mi yazdım? Sadece birilerinin gösterdikleri üzerinden dünyayı ve çevremizi okumamamız için. Dünya bizlerinde yaşadığı bir yer ve de bizler özgür insanlar olarak "adaletin tesis edildiği bir dünya" istiyoruz. Osmanlıdan sonra dünyada barış tesis edilemedi. Ya yeni bir Osmanlı'ya ya da yeni bir düzene ihtiyacımız var. Bu talepler adaletin olmadığı için yükselmesi gereken sesler olduğu halde. Sessiz bir çığlık şeklinde. Sorun da burada. Eğer bu sessiz çığlıklar yerine güdümlü, hormonlu sorunlu sesler yankı bulacaksa yeni bir savaşta kapımızdadır. Bunu görmek için kahin olmaya gerek yok. Dünyada Sisiler yönetimde, Mursiler cezaevinde olduğu müddetçe o savaşa daha da yaklaşıyoruz demektir.