Acının izdüşümü
Namaz Gönüllüleri ekibi olarak yine yollarda idik… Bu defa ki adresimiz; acıların merkezi deprem bölgesindeyiz… Acılarla yorulmuş yüreklere dokunduk… Duygulandık, derin derin düşündük, farklı bir duyarlılıkla döndük…
Gördük ki, Anadolu acı
dolu…
Acıyı tanımlamak değil,
acıya tanıklık etmek çok farklı bir duygu…
Öyle acılar ki, bir
gecede saçları ağartan bir acı…
Enkazın başında en
yakınınızın sesini duyuyor, elinizi uzatıp da çekemiyorsunuz… Yüzünü
göremiyorsunuz…
Anneniz, babanız,
canınızın yarısı betonun altında iken beklemek dışında elinizden hiçbir şey
gelmiyor…
En sevdiklerinizin
cesedine bile ulaşamıyorsunuz… Ziyaret edebileceğiniz bir mezardan bile
mahrumsunuz…
Cenazenize bir kefen
bulduğunuz zaman seviniyorsunuz…
Bazen hayat çok ağır,
oldukça acımasızdır… İşte o an, yaslanacak bir omuz, tutunacak bir dal, sığınacak bir yürek arıyorsunuz…
Zor zamanlarda insan
acıyan bakışlara değil, halden anlayan yüreklere ihtiyaç duyar…
Belki acı kişiye özeldir…
Ancak emin eller, selim kalpler, sadık dostlar devreye girdikçe hafifler…
Başkalarının derin
acılarını ruhumuzda hissettiğimiz ve bu duyarlılıkla harekete geçtiğimiz oranda
insan olmanın erdemine ermiş oluruz…
Belki de; esas acınacak
olanlar, acıya seyirci kalanlardır…
Acıların üstünü örtmek
değil, doğru okumak, acılı yüreklere dokunmak…
Acıların bize öğreteceği
çok dersler önümüzde duruyor…
Acılara ağlamak, ağıt
yakmakta çözüm değil, yaraları sarmak için yeni arayışlara girmek gerekiyor…
Hayata küsenler için harekete geçmeliyiz…
Acılara dayanıklı
yürekler yetiştirmeliyiz… Acılarla nasıl baş edeceğiz, bir de acılarla birlikte
nasıl yaşayacağımızı öğrenmeliyiz…
Bu arada yas tutanların
yarasını sarmakta gecikmemeliyiz…
Bir teselli cümlesine
sarılmak isteyenleri ihmal edemeyiz… Mahzun yüreklere iyi gelen bir selam, bir
sohbet, bir muhabbet, bir dua küçümsenmemeli…
Yüz ifadelerine yansıyan
o derin sızıyı bir şekilde dindirmek durumundayız…
Derin acıları kolektif
hafıza ve müşterek irade ile kontrol altına alabiliriz…
Acı genelde sessizdir
bazen de sınırsızdır… Ancak acı çekenler bellidir… Bakışları buğulu, sesleri
kısık, kalpleri kırık, yüzleri kavruk, omuzları çökük, belleri bükük, yükleri
ağırdır…
Bu dünyada vicdan sahibi
herkes bir acıya kiracıdır… Aslında acıdan kaçış yoktur mutlaka her acının bir
ilacı vardır…
Acı da kaderin bir
parçasıdır… Kederi kaderden ayrı düşünemeyiz…
Acı insan içindir ve
insana göredir… Bir sınanma alanıdır… Acı çekmek sorumluluk sahibi olmanın bir
sonucudur… İnsanı olgunlaştıran şeylerin belki de en ağır olanı acı çekmektir…
Derin acılara dayanabilme
oranında ulvi hedeflere yürüyebilme gücünü elde edebiliriz…
Acıyı verene, imtihan
edene karşı tutumumuz acının boyutlarını ve sonucunu belirler…
Unutmamak lazım ki, insan
acılarla büyür… Beden acı çektikçe, ruh arınır… Bazıları acıdan kaçar, acıyla
yüzleşmeden acı çeker… Acıya katlanmayı becerdiğimiz vakit belalara karşı
metanetimiz de artıverir…
Acılara alıştıkça engelleri
aşarız… Acı tecrübeler bizi yüce hedeflere hazırlar…
Her acıyla beraber bir
umut, bir ferahlık, bir kolaylık vardır kuşkusuz… Nefsimize ağır gelen acılar
hakkımızda hayır da olabilir…
Acıya dair tüm
yaşanmışlıkları tekâmül yolunun bir azığı olarak da algılayabiliriz…
Belki Allah azze ve celle
bizi daha büyük görevlere hazırlıyor…
Acı gözlerimizin
gözeneğini açar…
Unutmayalım hiçbir hâl
sürekli değildir… Nihayetinde kışta geçer, yokuşta biter, gece de son bulur…
‘’Fesabrun cemil’’
diyebilmek Yakupça…
En yoğun acıları şükürle
kucaklamak Eyyübce…
O zaman tüm kronik,
kaotik, klinik, kalıtımsal acılardan kurtulmaya başlarız…
Katmerli, kalıcı,
kahredici acıları ‘’Hasbunallah ve ni’mel vekil’’ diyerek dindirebiliriz…
Ne Nemrut’un ateşi ne
Firavun’ un askeri gücü bize işlemez…