Dolar (USD)
35.16
Euro (EUR)
36.59
Gram Altın
2958.42
BIST 100
9916.22
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Acımak

Stefan Zweig, romanlarında gerçekten usta bir anlatıcı olduğunu kanıtlamaktadır. Romandaki karakterlerin ruh halini betimlerken insani olanın kendisini gösterdiğini görür; insana dair paradoksları yakalayabilirsiniz.

Zweig’ın oldukça hacimli romanlarından birisi de “Acımak” ismini taşıyor. Oldukça akıcı ve sürükleyici olan romanın sonuna gelmek için oldukça sabırsızlanıyorsunuz. Metroda okurken, birden kendisini romanın geçtiği atmosfere bırakarak, ulaşacağınız yere varabilme konusunda asla acele etmiyorsunuz.

Roman Avusturya’da genç bir subayın (Teğmen) Kekesfalva ailesine gidip gelmesi ve nihayet orada yürüme özürlü evin kızının bu subaya aşık olması, subayın da acıdığı için kızla hem ilgilenmesi hem de kıza iyileşme ümidi olmamasına rağmen ümit vermesi ve bu yalanın sürdürülmesi üzerine dayanır. Bu yalan sadece kıza değil, subayın ilişkileri ve taptığı işler konusunda hem kendisine hem arkadaşlarına doğru genişlemiştir. Sonuçta kız intihar eder. Subayın elinde acı bir gerçeklik kalır.

Zweig bu durumu daha beliğ bir ifade ile anlatmaktadır: “Her şey beceriksizlikle, günahsız bir ahmaklık, Fransızların deyimiyle bir şaşkınlıkla başladı. Sonra da bunu, aptallığımı düzeltme çabaları izledi. Fakat bir saatin çarkı çabucak tamir edilmek istendiğinde, genellikle tüm mekanizma kullanılamaz hale gelir…”

Zweig’ın acıma konusuna yaklaşımı ilginçtir. O iki türlü acımayı birbirinden ayırt eder: “İki çeşit acımak vardır. Bunlardan, gerçekte kalbin sabırsızlığından başka bir şey olmayan, duygusal ve güçsüz biri, yabancı bir felaketin üzücülüğünden elden geldiğince çabuk kurtulmak ister; bu acımak, acıya ortak olmak değil, yabancı bir felaketten içgüdüsel olarak korunma çabasıdır. Duygusallıktan uzak ama yaratıcı olan öteki ise, gerçek acımadır; o ne istediğini bilir. Gücünün sonuna kadar ve hatta o sonun sınırlarını aşsa bile, tüm acılara katlanarak, o felakete ortak olmaya kararlıdır.”

Zweig’ın acıma konusundaki bu yaklaşımı toplumumuzda uygulanagelen duygusallık ve acıma konusunda bende bazı çağrışımlar uyandırdı. Acıdığı için öğrencisini sınıftan geçiren, acıdığı için insanlara yardım etmek üzere kolaycılığı seçen, acıdığı için sürekli otlakçıları koruyan bir anlayış, Zweig’ın ayrıştırmasında birinci kategoriye giriyor. Gerçekte böyle bir acıma türünü tercih edenler, bir yandan karşısındakini yaratıcılıktan uzaklaştırıp tembelliğin içine iterken, diğer yandan sorunu köklü halletmek değil bir an önce ondan kurtulmak zihniyetini deşifre ediyor.

Çocuğuna acıyarak şimdi alması gereken sorumlulukları vermeyenler, gerçekte birinci tür bir acıma içindedirler. Şimdi sorumluluklarını kazanmayanlar ise, gelecekte toplumsal sorunların asıl müsebbibi haline gelmektedirler. Toplumsal yaşamın çok farklı alanlarında bu sorunların analiz edilmesi mümkündür.

Maalesef bizim toplumda acıma biçimimiz çoğunlukla zayıflığa, kişinin gittikçe zayıflamasına ve güçsüzleşmesine sebep olmaktadır. Zweig bir yerde kahramanına şunu söyletir: “En ağır suçlara kötülüğün ve vicdansızlığın değil de, genellikle zayıflığın yol açtığını yeni yeni anlamaya başlıyordum.” Böylece acıma sonucunda kişiyi toplumda kalıcı bir şekilde konumlandırma ve yaratıcılığa sevk etmedikçe, istismar ve hakedilmeyen bir tüketim de ortaya çıkacaktır.

Tam da bu sebeple ailelerin küçüklükten itibaren, çocuklara sorumluluklarını öğretmeleri gerekmektedir. Acımak, çocuğun çantasını velinin sürekli taşıması değil, çocuğun taşıyarak işinin sorunluluğunu üstlenmesini gerektirmektedir. Okusunlar diye hiçbir iş yaptırmamak değil, evde belirli işlerin sorumluluğunu onlara vermektir. Böylece veliler, toplumlarında geleceğini sağlıklı inşa edeceklerdir.