Acıları seyretmek
Hamd olsun, Hamas tarih yazdı... Algılardaki “İsrail
yenilmez” kompleksini kırdı… İsrail kurulduğu tarihten bugüne, bu boyutlarda
bir darbeye maruz kalmadı… Artık imajı çizildi… Prestiji bozuldu… Cinnet
halinde cinayetler işliyor...
Evet, Hamas muhteşem bir tarih yazdı da
biz seyredenleri tarih nasıl yazacak? Dünyayı sarsan olaylar karşısında tutum
ve davranışlarımızla, bakış ve yorumlarımızla tarihi kayıtlara nasıl geçeceğiz?
Onlar tarih yazarken biz ne yapıyoruz?
Tepkilerimiz yetersiz, eylemlerimiz sönük, irademiz zayıf, cümlelerimiz düşük,
seslerimiz kısık… Hatta tepkisiz, ilgisiz, duyarsız, uyuşuk hallere düşmek
anlaşılır değil…
Acıları seyretmek ya da onlara alışmak ne
acınası bir durum değil mi? Veya acıları kader bilmek ne hazin bir hâl…
Peki, bu durumu nasıl değerlendirmek
lazım? Ne demek gerekir?
Acziyet mi? Korkaklık mı? Sinmişlik mi?
Duyarsızlık mı? Gaflet mi? Zillet mi?
Bizim payımıza sadece acıları seyretmek
mi düştü? Bu nasıl bir savrulmuşluk? Sadece üzülmek, sızlanmak, söylenmek,
yıkılmak; bu mudur kardeşlik?
Acıları kanıksamak ve gereken tepkiyi vermemek daha da acı
verici değil mi?
Kitlesel ölümlere alışıyoruz, insanlık trajedisini
izliyoruz, soykırımı sükutla geçiştiriyoruz… Sonumuzdan korkuyorum…
Beklenen kitlesel eylemlerimiz gerçekleşmiyor… Bu zulme ne
zaman “Dur!” diyeceğiz, bilmiyorum…
Ümmet olarak acılara alışmanın çözüm olmadığını biliyoruz....
Buna rağmen güçlü bir çığlığımız ya da güçlü bir çağrımız yok…
Acılara alışmak değil aşmak lazım… Acılarla yoğrulan
aksiyon, çilelerle bilenen azim gerek…
Evet, acılarımız bizi ne zaman ayağa kaldıracak, harekete
geçirecek?
Kaldı ki biz acıların çocukları değil miyiz? Ne tez
unuttuk...
Acılarla yoğrulan yüreklerimizle yürüyebilmeliyiz… Nasır
tutan ellerimizle bir taş da biz atabilmeliyiz… Yeter ki taşı atan biz olalım,
isabet ettirecek olan Allah’tır…
Acıları hep içimize gömmek olmaz… Ağıt yakmak, ağlamak hiç
olmaz… Birleşmiş Milletler’den medet ummak, Arap Ligi’nin harekete geçmesini
beklemek, İslam İşbirliği Teşkilatına topu atmak; havanda su dövmektir...
Kendi sivil yapılarımız, örgütlü oluşumlarımız, cemaat ve
cemiyetlerimiz ne alemde?
İslamcı elitler, enteller, âlimler, akiller, abiler bu
gidişata ne derler?
Acıları hissediyoruz, hüzünleniyoruz ancak içimize
gömüyoruz; bir türlü beklenen düzeyde harekete geçemiyoruz, harlanmıyoruz…
Gazze’ye düşen ateş, yüreğimize düşmüyorsa, bir daha
düşünelim ne hallere düştük?
Kendimizi gözden geçirmenin vakti gelmedi mi? Niçin
toparlanamıyoruz?
Biliyorum içimiz kan ağlıyor fakat niçin hâlâ ayağa
kalkamıyoruz?
Duyarsız kaldığımız sorunlar bir gün ayağımıza dolanır... Bugün
söndürmediğimiz ateş yarın bizi de yakar… Bugün harekete geçmiyorsak demek ki
bizde de hayır yoktur…
Bir refleksimiz olmalı... Çünkü biz insanız... Bu zulme bir itirazımız olmalı... Çünkü biz Müslümanız…
Vicdan sahipleri varoluşlarını nasıl ispatlayacaklar?
“Bu da geçer ya Hu” demekle mi yetineceğiz? Geçmesine geçer
de biz tarihe nasıl geçeceğiz? Zelil ve sefil, aciz ve çaresiz hallerimizle
gelecek kuşaklara nasıl bir örneklik bırakacağız?
Hâlâ susacak mıyız? Gazze’nin kayıp ve hasar envanterini
çıkarmakla mı meşgul olacağız?
Gıyabi cenaze namazları kılmakla mı yetineceğiz? Basın
bildirileri ile mi teselli bulacağız?
Analitik yorumlarımız, stratejik derinlikli tahlillerimiz,
komplocu öngörülerimiz yaraları sarmaya yeterli olacak mı?
Hakikaten Hamas iyi yaptı, peki biz bu aralıkta ne yaptık?
Artık sözün ötesine geçmemiz gerekiyor…
Şehit Şeyh Ahmed Yasin’in vasiyeti, vaziyetimizi
değiştirmeye yetmeyecek mi?
“Allah'ım, ümmetin suskunluğunu sana şikâyet ediyorum.”