Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
16 Şubat 2016

Acı ve Sevinç

Suriye'de mazlumlar ölmeye, Ruslar, Esat güçleri, İran askerleri, DAEŞ ve PYD terör örgütleri cinayet işlemeye devam ediyor. Amerika, başını gaflet kumuna sokmuş, Moskofların azgınlıklarını duymazlıktan geliyor. Ama hakikat gün gibi ortada. Artık ne BM'nin, ne de Avrupa ülkelerinin sağlam bir duruşunu da göremiyoruz. İslam dünyası sessiz. Neredeyse bir çok dünya ülkesi Suriye'de yerini alırken Türkiye'ye verilmek istenen mesaj şu: "Sakın buraya gelme, sınırdan adımını atma. Sadece hududuna yığılan göçmenleri al, besle, gerisine karışma." Bu, aslında milletlerarası hukuka da, politik ahlaka da aykırı bir duruş. Hükümet haklı olarak bu hassas dönemde devredışı kalmak istemiyor. Herkesin tuzu kuru, canı yanın biziz. Türkiye'de 3 milyon mülteciyi biz misafir ediyoruz.

Suriye'de hain ittifak tarafından Türkiye'ye doğru süpürülmeye çalışılan kitle, Esat zalimine muhalif olan ve diktatöre direnen Arap ve Türkmen kardeşlerimiz. Orada sadece Bayır Bucak Türkmenleri yok, Halep ve etrafında da Osmanlı'dan kalma Türk asıllı vatandaşlarımız, soyd0aşlarımız ve dindaşlarımız var. Onların da haklarını müdafaa etmek Türkiye'nin görevi. Peki Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 'Üçüncü Dünya Savaşı'nın telaffuz edildiği sırada akıllı bir siyasetle duruma hakim olmaya çalışırken ana muhalefet partisi üç haftadır neyle uğraşıyor? Bir partilinin odasındaki portreyle. Yazıklar olsun! Üstelik partinin bazı yöneticileri, yurtdışında utanmadan terör gruplarını aklamaya çalışıyor. Bu ne büyük gaflet, gafletten öte ihanet. Bu rezillik, Cumhuriyet'in kurucu partisi olduğunu öne süren bir siyasi oluşumda yaşanıyor. Peki bu partinin sağduyulu mensupları nerede? Onların da üzerine ölü toprağı mı serpilmiş, sesleri niçin çıkmıyor? Ne diyelim, Allah akıl fikir versin.

Galiba köşe yazarlığının en güzel taraflarından birisi de gündeme taşıdığınız bir konunun, toplumun dikkatini çekmesi, yetkililer tarafından nazar-ı itibara alınması ve bazı hayallerinizin hakikate dönüşmesidir. Şükürler olsun ki benim böyle bazı tekliflerim oldu ve bir kısmı hakikate dönüştü. Onlardan ilki "Edebiyat Müzeleri" teklifimdi. Yıllar önce bu yazıyı yazdıktan sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı ilk edebiyat müzesini önce Beyoğlu'nda kurdu, sonra Yıldız Sarayı'na taşıdı. Fatih'te yapılan büyük bir kültür merkezine Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi isminin verilmesi gerektiğini söylemiştim. Doğan Hızlan da bunu gündeme taşımış ve konu Belediye meclisinde tartışıldıktan sonra isim verilmişti. Son sevincim Hattat Hamid Aytaç Müzesi hakkında. Onu da yazıp duruyorum. Nihayet geçenlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin bina ile ilgilendiğini, müzeye dönüştürmek üzere çaba gösterdiğini öğrendim.

Kültür gazeteciliğinin böyle hayırlı tarafları vardır. Siz düşünür yazarsınız. Başkaları da bu fikirlerinizden faydalanır, projelerinizi uygulamaya koyar ve düşleriniz gerçek olur. İşte Şehir Dersi de böyle oldu. Bir kaç gün önce Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal, okullara Şehir Dersi konulması yolunda bir çalışma başlattıklarını belirterek, her çocuğun kendi doğduğu şehri tanıması ve sevmesi için bunu yapmak istediklerini belirtti. Ünal konuşmasında şöyle dedi: "Her çocuk şehirli olmalıdır. Kendi şehrini sevmelidir. Kendi şehrinin hafızasına aidiyeti olmalıdır. Kendi şehrinin kimliği o çocuğun kimliğinde etkili olmalıdır. Onun için biz şehirleri bunun üzerinden inşa edeceğiz. Biz bundan sonra kültür politikalarımızı da şehir üzerinden somutlaştıracağız." Bakan Ünal, daha sonra bu dersi coğrafya bölümü mezunlarının verebileceğini açıklamış. Bence sadece coğrafyacıların değil, tarihçilerin de, edebiyatçıların da, hatta ilahiyatçıların da devrede olması gerekiyor. Zira bu derste sadece şehrin sınırları, akarsuları, dağları anlatılmayacak. Meşhur şairleri, mütefekkirleri, din adamları, ilim, sanat, fikir ve kültür insanları da öğrencilere aktarılacak. Dolayısıyla Şehir Dersi'ne geniş bir ufuktan bakmak lazım. Altyapısı iyi kurulmalı, tam olarak ne istendiği bilinmeli. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve YÖK yöneticileri bir araya gelip istişare etmeli. Geçen yıl bu sütunda kaleme aldığım "Şehir Dersi" başlıklı yazımda demiştim ki:

"Bizim tarihu00ee eserlerimiz yurdun dört bir bucağına yayılmıştır. Erzurum'dan Konya'ya, Sivas'tan Diyarbakır'a, Edirne'den Mardin'e kadar pek çok tarihu00ee şehrimiz var. Milli Eğitim Bakanlığı derhal bir 'Şehir Dersi' ihdas etmeli ve her ilimizdeki okullarda o ilin dersi okutulmalıdır. O zaman Kayserili, Şanlıurfalı, Kahramanmaraşlı, Bursalı, Erzincanlı, Siirtli çocuklar memleketlerini daha yakından tanıyacak, sevecek ve tarihini bilinçli bir şekilde öğrenecektir. Bunun hemşehricilikle ilgisi yok, aksine vatanseverlikle bağlantılıdır. Her şehirdeki çocuklarımız, memleketlerinde yetişmiş şairleri, yazarları, devlet adamlarını, hattatları, ressamları, bestekarları ve alimleri tanımalı, hizmetlerinden ve eserlerinden haberdar olmalıdır. Asıl milliyetçilik, millu00ee ve manevi değerlere bağlılık budur. Yozgatlı çocuklarımız romancı Abbas Sayar'ı, Diyarbakırlı çocuklarımız hattat Hamid Aytaç'ı, Amasyalı çocuklarımız yazar Özkan Yalçın'ı, Manisalı çocuklarımız Bahaeddin Özkişi'yi, Siirtli çocuklarımız İbrahim Hakkı Hazretleri'ni yeniden keşfetmelidir. Topluma ve insanlığa kattıkları değerleri bilmeli, bunları anlamalı ve çevresine aktarabilmelidir. Bu bir tekliftir." Şükürler olsun ki teklifimiz kabul edildi. Duyarlı Bakanımız sayın Mahir Ünal Beyefendiye teşekkür ediyorum. Şehir Dersi'miz, şimdiden Türkiye'mize hayırlı uğurlu olsun.