AB'nin Dış Politikası Gittikçe Kısırlaşıyor
Dış politika, tarih
ve coğrafyadan bağımsız düşünülemez. Coğrafya bir ülkenin ekonomik faaliyetleri
ve yönelişleri üzerinde belirleyiciyken, tarih, olayların sebep sonuç-ilişkisi
içinde birbirini takip ettiği diyalektik bir disiplindir. Zira bugün yaşanan
olaylar, geçmişte gerçekleşmiş hadiselerin bıraktığı mirasın devamıdır.
Dolaysıyla tarih ve
coğrafyanın sunduğu veriler ışığında strateji üretilerek dış politika yapılır.
Böylece devletler sahip oldukları strateji ile farklı çıkar çatışmalarının
neden olduğu belirsizlikleri ve karmaşıklığı arasında hedeflerine ulaşmaya
çalışır.
Stratejik bakış,
kısa vadeli veya önemsiz konular yerine uzun vadeli, olayların görüntüleri
yerine ardındaki nedenlere odaklanmayı, ‘’ağaçlar
yerine ormanı görebilmeyi’’ kolaylaştırır.
Bu bağlamda dış
politika konularında ağaçlar yerine ormanı görebilmek için ideolojik körlüğe
düşmemek gerekir. Yeni gelişmeler, zihnilerdeki yetersiz ve eski kategorilerle
anlaşılmaya çalışılırsa hata edilir. Zira insan, olayları zihnindeki
kategoriler sayesinde algılar.
Bu bağlamda AB dış
politikasına baktığımızda eski kategorilerle yeni gelişmeleri iyi okuyamadıklarını
görüyoruz. Merkel gibi vizyon sahibi siyasi liderleri hariç tutarsak, geneli ne
yazık ki Yunanistan’ın peşine takılmış gidiyorlar.
Avrupa Birliğindeki
pek çok siyasi liderin zihni hâlâ Soğuk Savaş dönemindeki kategorik reflekslerle
çalışmaktadır. Tramp sonrasında AB transatlantik ilişkilerin yenilenmesini
istiyor ama ekonomik maliyetini üstlenmek istememektedir. Avrupa Birliği dünya
politikasında daha etkin bir güç olmak istiyor ama Türkiye gibi bölgesel bir
gücü dışlamaktadır.
Oysa Avrupa Birliği
yakın çevresinde gelişen üç büyük güçle karşı karşıyadır: Bunlardan ilki Rusya,
ikincisi Birleşik Krallık ve üçüncüsü Türkiye’dir. Her üç gücün hem günümüzde
hem de tarihsel olarak Avrupa ile çatışan ve çakışan ilişkileri olmuştur.
Rusya Devlet
Başkanı Putin ‘’Yeniden büyük Rusya’’ doktrini ile Sovyetler Birliğindeki süper
güç statüsüne özlem duyuyor. Brexit sonrası İngiltere ise, kültürel ve tarihi
bağlarını kullanarak yeniden ‘’Büyük Britanya’’ hayallerini kuruyor. Türkiye
ise, ‘’Dünya beşten büyüktür’’
söylemiyle hem bölgesinde hem de tüm dünyada barış ve adalet istiyor. AB, beğensin
veya beğenmesin kıtasını bu üç komşusuyla paylaşmaktadır.
Sonuç
AB, nükleer askeri kapasiteye sahip Rusya’nın tehdidine karşı hâlâ ABD’ye bağımlıdır. Avrupa gerçekten dünya politikasında bir güç olmak ve kıtasında güvende yaşamak istiyorsa, Türkiye’yle karşılıklı saygıya dayalı bir ilişki geliştirmek zorundadır.
Bunun için de
Kıbrıs ve Adalar Denizi başta olmak üzere, Yunanistan’ın haksız tutumunu değil,
adaleti savunmalıdır. Ancak ne yazık ki AB’li siyasetçiler, zihinlerindeki eski
kategorilerle yeni jeopolitik gelişmeleri okuyamıyorlar.
Yakın bir gelecekte
AB’nin yüzleşmek zorunda olduğu bir diğer güç Çin’dir. Çin, sınırlarının
ötesinde gücünü ve nüfuzunu artırmaktadır. Bu kapsamda ‘’Ortadoğu’da’’ yeni
ortaklıklar kurarak bu gidişle yavaş yavaş Avrupa’nın sınırlarına dayanacaktır.
Avrupa Birliği Ermeni lobileri ile Yunanistan’ın peşine takılması, dış politikası gittikçe kısırlaşırken, çok kutuplu dünya sisteminde Türkiye’nin jeopolitik kıymeti daha da artarak, dış politikasının önünde geniş ufuklar açılmaktadır. Türkiye biran önce kısır tartışmaları bir kenara bırakıp, önüne çıkan bu fırsatları çok iyi değerlendirmesi gerekiyor.