Abdurrahim Zararsız'ın Sudan Sebepler'i
Anadolu bağrında nice hazineler saklayan bir coğrafyanın adı. Bu coğrafyada bir anda dört mevsim yaşanır. Onun hikâyeleri, masalları, destanları ve efsaneleri de muhtevasında dört mevsimden izler taşır. Kâh düşündürür, kâh hüzünlendirir, kâh ağlatır, kâh güldürür, kâh üzer, kâh sevindirir. Onun hikâyeleri sizi içine çeker, bugünden düne doğru bir zaman yolculuğu yaptırır.
İşte usta hikâyeci Abdurrahim
Zararsız’ın kaleme aldığı “Bir Zamanlar Bozkırda / Sudan Sebepler” isimli
hikâye kitabı da Anadolu’nun tam ortasında bulunan Yozgat ilimizde yaşanmış
gerçek hayat hikâyeleri sunuyor okurlarına. Hikâyeler ana sütü gibi ak ve
mübarek, ancak kimi zaman Anadolu havasının o dört mevsiminden aldığı etkiyle
kimi zaman güldüren, kimi zaman düşündüren, kimi zaman hüzünlendiren kimi zaman
da ağlatan hikâyeler bunlar.
Dili sade olmasına rağmen zaman
zaman yerel ağzın kadim kelimelerini de cümlelerine serpiştiren yazar, bu
kelimelerin unutulmaması için üzerine düşeni yapmış. Hatta dipnotlarla okurunun
belki anlamını bilemeyeceği bu kelimelerin anlamını da vermiş.
KDY Yayınlarından 2020 yılında
çıkan108 sahifelik kitapta on bir hikâye bulunuyor. Kitabı elinize aldığınızda
ilk önce içerik ile uyumlu olan kapak resmi dikkatinizi çekiyor.
Kitabın ilk hikâyesi olan “Öp Babanın Elini”, eski Anadolu’nun
yaşanmışlıklarıyla sizi karşılıyor. Hikâyede, Şıh’ın Hasan Ağa, eşi Şerife
Kadın’ın ısrarları neticesinde henüz 15 yaşında olan ve aklı fikri akranlarıyla
oyun oynamak olan oğlu Zülfü’yü kendisinden altı – yedi yaş büyük olan ama köye
dair her işi bi hakkın bilen becerikli Adive’yi isteme hadisesi anlatılıyor.
Zülfü son dakikaya kadar kızı bir başkasına isteniyor sanırken aklını başına
getirecek o son cümle ile muhatap oluyor. “Kalk oğlum Zülfü, öp kayınbabanın
elini!”
İkinci hikâye olan “Emanet”de bir önceki hikâyenin devamı
niteliğinde. Ancak sizi ister istemez gülümseten o hikâye artık bir hüzün
havası taşımakta. Hasan Ağa ölmüş, Zülfü’nün düğünü bu yüzden ertelenmiştir. Kış
da bastırmış, yollar kapanmış, evden eve gidilemez olmuştur. Ne evde yiyecek
kalmıştır ne ahırda ot saman. Açlıktan ölmek üzere olan hayvanlar kesilse de
artık buna bir çare bulunmalıdır. Şerife Kadın sonunda çareyi, oğulları Zülfü
ve Kenan’ı kardeşi Mehmet’in yaşadığı Köklü köyüne göndermekte bulur. Atlar
arabaya koşulur ve yola çıkılır. Ancak yollar aç kurt sürüleri yüzünden çok
tehlikelidir. Çocuklar kazasız belasız dayılarının yaşadığı köye ulaşırlar.
Dayıları, arabalarını hem onlar için gerekli erzakla hem de hayvanların
yiyeceği saman ve arpa ile doldurur. Tam yola çıkacakları sırada bir de emanet
verir. Emanetin adı Sümbül’dür. Ancak Sümbül, Mehmet Dayı’nın emekliye ayırdığı
eşeğinin adıdır. Gençler bize yolda ayak bağı olur diye itiraz etseler de
dayılarının dediği olur ve yola çıkılır. Yol yarı edilmişken kurt sürüsünün
saldırısına uğrayan gençler mavzerleriyle kurtları ikişer üçer haklasalar da
kurtlar çok kalabalıktır. Son çare olarak Sümbül’ün ipi kesilir ve serbest
bırakılır. Ancak Sümbül kendinden beklenmeyen bir performansla koşmaya başlar
kendisine saldıran kurtları çifteleri ile yere serer. Bu hamle bizim gençlere
zaman kazandırmamıştır. Kurtlar artık arabaya atlamaya başlamışlardır. Kenan
sonunda mavzerini Sümbül’e doğrultur ve tetiği çeker. Sümbül yere yığılınca
kurt sürüsü onun başına üşüşür. İşte o an nefes alan gençler arabayı hızla
sürerler. Kurtlar Sümbül’ün işini bitirince yine takılırlar arabanın peşine
ancak artık köylüler yetişmiştir. Bir anda ortalık at kişnemeleri, köpek
havlamaları ve mavzer sesleri ile iniler. Sonuçta gençler başarıyla köye
dönerler. İster istemez duygulandığım ve gözlerimin dolduğu bir hikâye idi
Emanet.
“Bozkır
Bestesinde Bir Naturel Nota” hikâyesinde ise bozkırda insanların
birbirlerine taktıkları lakapların hikâyelerine kısa kısa değinildikten sonra
bir avuç şeker tozu için kavga eden eltiler ve sonrasında bu kavgaya dâhil olan
kardeşlerin mahkeme salonunda olaya şahitlik eden Nuriye Hanım’ın “heyecandan
bir avuç şeker”den başka bir şey söylememesi üzerine tatlıya bağlanan hadiseler
anlatılır. Sonunda Nuriye Hanım’ın da bir lakabı olmuştur; Şeker Nuriye Bacı.
“Yokuş
Yukarı”da hatır için istemediği halde küçük yaşta evlendirilen Tayyibe’nin
27 Mayıs 60 darbesinin olduğu gün ilan edilen sokağa çıkma yasağını fırsat
bilerek babaevine kaçışı ve sevdiği adamla evlenmesi anlatılır.
“Can
Seddin”nde töreler gereği yasak olduğu halde nişanlısı Gülsüm’ü görmek
uğruna başına olmadık işler gelen Mustafa’nın komik hikâyesini okuduk.
“Yağmursuz”da
ise tahtadan atla gezen köyün delisi Hüseyin’in yağmursuz bir havada “sel
geliyor” diye ortalığa birbirine katması yüzünden Gaddar Cengiz’den adamakıllı
bir dayak yedikten sonra gerçekten gelen sel ile canlarını zor kurtaran
köylülerin ona artık Veli Hüseyin demeleri ve Cengiz’in de kendi atını ona
hediye etmesi hadisesi trajik bir şekilde anlatılmış.
“Altı
Kaval Üstü Mandolin”de hacca giden bir yakınından kaval, Almanya’ya giden
amcaoğlundan mandolin beklemesine rağmen mandalinaya razı olan İrfan’ın hikâyesi
anlatılmış.
“Sudan
Sebepler”de şakalaşmanın dozunu kaçırınca başa gelebilecek olaylar
işlenmiş.
“İddia”da
ise argo kullanmamak için iddiaya giren öğrencilerin komik hikâyesini okuyoruz.
“Yanlış
Tedavi”, kitaptaki en farklı hikâye hatta tarz olarak modern öykü
sayılabilir bence. Öyküde, yazar ile öykü kahramanın ilginç diyalogları
sonrasında kahraman kendi öyküsünü anlatmaya başlıyor.
Son hikâyede Yozgat’ın meşhur yemeği
olan “Arabaşı” yapılışından nasıl yenildiğine
dair bilgiler ile donatılmış bir hikâye.
Abdurrahim Zararsız’ın Sudan
Sebepler’i bozkırın hikâyelerini sevenler için mutlaka okunması gereken güzel
bir kitap. Bir başka yazımızda onun diğer eserlerini de tanıtacağız inşallah.