Abdullah Amca
— Neden dalıp dalıp gidiyorsun bu aralar. Hayırdır inşallah.
— Bir şeyim yok be evladım.
— Hayır seni böyle görmeye
pek alışık değiliz de ondan.
— Gerçekten pek bir şeyim
yok oğlum.
— Ama bir şeyler var yani.
Pek olmasa da önemli galiba.
— Yaşımla alakalı olmalıdır.
— Bu yaşa gelen herkeste oluyor
öyleyse.
— Zihni ve hissi
hassasiyetini kaybetmemişse evet!
— Ne demek şimdi bu.
— İlla beni
konuşturacaksın.
— Sana da bana da iyi
gelir bu konuşma inşallah.
— Umarım yanlış kelam
etmem. Edersem de hayattan bunca yıldır aldığım yaşların ağırlığına ver olur
mu?
Galiba yolun sonuna geldim
evladım. Öte tarafın görünür gerçekliği uykularımı kaçırıyor.
— Allah gecinden versin. O
nasıl söz. Bak daha zinde ve sıhhattesin.
— Sen ne dersen de oğlum.
Ben beni iyi bilirim. Artık geceleri uyuyamıyorum. Hele o daracık yere
gireceğim aklıma geldikçe inan aklımı kaçırır gibi oluyorum. Anlayamazsın bunu.
Ancak bu yaşa gelince anlarsın.
— Düşündüğü şeye bak
amcamın. Hep bize demez miydin insan elindekinin şükrünü eda edebilirse ne
mutlu ona. Baksana hiç olmayanlara rağmen daracık da olsa kutu gibi ne güzel
bir evin var.
— Haydi oradan teres
benimle alay mı ediyorsun diyeceğim ama sen öyle biri değilsin. Ben ne diyorum
sen ne anlıyorsun. Öte taraf diyorum sen hâlâ bu taraftasın.
Evladım yolun sonuna
geldim. Bir ayağım çukura girdi diğeri de girmek üzeredir. Ve ben orada nasıl
yaşarım diyerek bazen çıldıracak gibi oluyorum diyorum! Sen kalkmış bana neler
diyorsun.
— Özrümün affını dilerim güzel
amcam.
— Dilesen n’olur oğlum
dilemezsen n’olur. Bak gidiyorum işte hızlıca oraya doğru. Ve ben ki bütün hayatımı
öyle ise hakiki ömrünü, bulunduğun gün bil gerçeğiyle yaşamaya çalıştım.
— O zaman sen korkuyorsun.
— Korkmayan mı var
evladım!
— Yok mu?
— Ben hiç rastlamadım.
— Bir kişiye de mi? Gerçi
bu manasız bir soru oldu. Siz korkuyorsanız tabi ki herkes korkar.
— Efendim evladım.
Duyamadım son dediğini.
— Diyorum ki gerçekten
korkmayan bir kişiye de mi rastlamadınız?
— Hayır bir kişiye de rastlamadım.
— Hatırlıyor musun
Abdullah amca?
— Neyi?
— Hani geçen kahvedeki
sohbetimizde hayat, beden ve ruhun değişimi gibi kendini gösterir değişmeyen
bir ruh ve değişen bir bedenle vardır demiştiniz. Hatta ruhun bedende oluşu
bedenin onun bir elbisesi değil evi oluşu gibidir diyerek farklı bir ufuk
açmıştınız bana.
— Evet evet hatırladım.
Hatta terzi örneğini konuşmuştuk.
— Bu arada terzi Kadri’ye
gidelim mi?
— Gidelim.
Hem biraz yürümüş oluruz. Hem de bakayım o eski kumaşlardan var mı hâlâ?
— İşte terziye giriyoruz. Ölçümüz
alındıktan sonra bedenimiz ölçünün içine giriyor. Terzi elbiseyi dikiyor. Kısaltıyor,
uzatıyor her türlü ince dokunuşu yapıyor.
— Oğlum hayırdır. Ben
yaşlandım sayıklıyorum sen ise yaşlanmadan.
— Ve Abdullah amca nihayet
kıyafeti alıp eve geliyoruz. Bedeni o kıyafetin içine misafir ediyoruz. Misafir
olan beden kıyafet içinde dönüp dolaşmaya başlıyor. Kıyafetin manası ve kıymeti
o bedenin üzerinde sergilenmesiyledir. Yoksa beden olmazsa terzi kıyafete nasıl
bir kalıp dikecek. O kumaştan nasıl bir kalıp oluşturacak. Terzinin mahareti
bedene göre oluşturulan kalıptır.
— Sen bunları nereden
biliyorsun. Ben bu kadar detaylı anlatmamıştım sana oğlum.
— Biliyor musun Abdullah
amca! Hayat serüvenimizde görüyoruz ki asıl, terzinin kumaştan kıyafet
oluşturduğu gibi değişen kumaş değil değişen bedenin kendisidir yani kumaşın
içine girip çıkan bedenin kendisidir.
— O ne demek evladım o ne
demek!
— Ruhla beden ilişkisine
baktığımızda bu durumu görüyoruz. Ruh bedenin içinde oturuyor ve misafir oluyor.
Beden değiştikçe ruh da yer değiştiriyor. Beden kısaldıkça, uzadıkça, büyüdükçe,
küçüldükçe, inceldikçe, kalınlaştıkça ruh da ona göre konumlanıyor. Diyorum ki
değişen beden, artan beden, azalan beden ona göre bedene hayat veren ruhtur. Ruh
hakikaten değişiyor ama bedenin değişmesiyle değişiyor. Sade, basit, sığ
bedenin değişimine göre kalıba yerleşen bir hal alıyor.
— Maşallah evladım.
Konuşmazsın pek. Konuşunca da pek mahir konuşursun.
— Elbette ruh ezeli değil
değişendir. Sırrının arkasındaki harikalığı idrak edemeyeceğimiz kadar da bir
gerçekliktir. Bedense sürekli değişen azalıp kısalan terkip olup dağılan boyuttadır.
Terzi, kumaşı istediği
gibi keser biçer ama kumaşın içindeki bedene müdahale etmez. Ruh bedenin
değişimini isteyemez ama bedene tesir eder biliyorsun.
Abdullah amca kanun koyucu
kanunu yapar. Kanunun ruhu kendi içinde değil dışında olandır yani kanunun ruhu
ona tesir edecek olan toplumdur. Kanun yapıcı kanunu yaparken onun ruhunu
değiştirmek yerine onun ruhuna bir yön vermeye çalışır. Bundandır ki değişen
kanun değil değişen toplumun kendisidir. Toplum değiştikçe kanun da ona göre
değişim ve dönüşüm rüzgarlarını alır. Ama kanun toplumun bir parçası değil onun
içinde oturmuş ona yön veren onun gitmek istediği istikameti belli eden bir
şuur yani bilinçtir.
— Yani demek istiyorsun ki
evladım ölümden korkma. Kabirden çekinme. Yaşlanan bedenini gençleşen ruhunu
toprak altında çürümeye bırakmayan bir Terzi var. Sadece elbise değiştireceksin
o prova odasında diyorsun yani. Hatta herkes hayat serüvenine bir baksa
bedeninin ne çok değiştiğini ama değişmeyen ruhunun ne çok ebedi kalmak
istediğini görür diyorsun.
— Aynen öyle. Ben
anlatamazsam da sen ne güzel anlamışsın Abdullah amca. Galiba arif olmak böyle
bir şey.
— Estağfurullah oğlum. Ben
işime geldiği gibi anlıyorum. Ezeli ve ebedi olan terzinin ruhumuza yeni
elbiseler dikeceğine gerçekten bütün zihni ve hissi aletlerimle iman ediyorum.
Galiba asıl korkumuz ölümün birden gelmesi ve ruhumuzun da beden yuvasını
aniden terk etmesinden kaynaklanıyor. Hal bu ki altın kafesinden
nihayeti bilinmeyen semanın özgürlüğüne uçan bir kuşun çukurda bıraktığı
kafesinin parçalanmasının veya dağılıp yok olmasının bir anlamı olmaz ki.
Eski elbiselerin artık
kıymeti yok bunu biliyorum. Ama gel gör ki insanız ve bu dünyada güzel yaşamak
gerçekten çok güzel bir şey.