Dolar (USD)
34.48
Euro (EUR)
36.43
Gram Altın
2955.07
BIST 100
9365.37
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

ABD ve Hegemon devlet anlayışı

Amerika Birleşik Devletleri, 20. yüzyılın başlarından, yani ABD'nin sömürgeci bir güç olmaya ve eski dünyanın işlerine karışmaya başladığı dönemden itibaren, başta Ortadoğu olmak üzere dünya jeopolitiği ile yakından ilgilenmektedir. Ancak asıl ilgisi, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Batı dünyasının lideri olarak, aynı zamanda dünya lideri de olduğunu ilan ettiği dönemde gelişti.

1.Dünya Savaşı bittiğinde ABD, dünyanın en güçlü devleti ve nükleer silahlara sahip tek ülkesi idi. Hem askeri ve siyasi hem de ekonomik bakımdan rakipsiz durumdaydı.

1980'lerin sonlarında meydana gelen gelişmelerle Doğu Bloğunun yıkılıp, Sovyetler Birliği'nin dağılması ve neticede iki kutuplu Dünya sisteminin ortadan kalkması, ABD'nin Soğuk Savaşı kazanması olarak algılandı.

Ancak, Fukuyama'nın, iddia ettiği gibi, ne tarihin ve Dünyanın sonu geldi ne de askeri ve savunma harcamalarında bir azalma görüldü. Bilakis, ABD'nin Soğuk Savaş dönemindeki belirgin dış politika anlayışı, yerini, belirsiz ve istikrarsız bir dış politika eğilimine bıraktı.

Hemen arkasından, “Yeni Dünya Düzeni” iddiası ortaya atıldı. Bu yeni Dünya düzeni, tamamen Amerikan yapımı bir Dünya düzeni idi, sözde barışı ve istikrarı sağlayacaktı. Bir PaxAmerikan beklentisi vardı, ancak gerçekleşmedi.

Yeni Dünya düzeninin oluşturulmasının, sancısız olamayacağı anlaşıldığında ise, yeni “ötekilerin” bulunması ve gerekirse yeni cephelerin açılması gerekecekti.

Yeni durumlara uygun yeni kavramlar ve kuramlar geliştirildi. Bunlardan, en çok üzerinde durulan ve en çok ses getireni ise “medeniyetler çatışması” tezi oldu. Buna göre, ideolojilerin, milliyetçiliklerin ve prenslerin savaş dönemi bitmiş; sıranın, medeniyetler arası savaşlara geldiği iddia edilmekteydi.

Huntington'a göre, başka bir medeniyetten, Batı medeniyetine karşı yakında bir meydan okuma olacaktı. Batı medeniyetinin, en ciddi alternatifinin İslam medeniyeti olduğunu, dolayısıyla en ciddi “öteki” ve düşmanın da İslam Dünyası olduğunu ilan etti.

İdeolojilerin hâkim olduğu dönemin “kızıl tehlikesi” yerine, medeniyetler çatışması çağının “yeşil tehlikesi” uluslararası siyasetin belirleyici unsuru olarak tanımlandı.

Kültürel ve ekonomik özelliğinden dolayı Ortadoğu, sonrasında orta Asya, bu yeni anlayıştan en çok etkilenen coğrafya olacaktı.

Beyaz adamın genlerinden gelen Emperyal ve sömürgeci kod, ABD'nin uluslararası toplumla ortak hareket etmek istememesini, genellikle tek yanlı olarak davranmasını sağlamıştır. Neticede on yıllardır, içte ve dışta yapmak istediklerini ne pahasına olursa olsun tek başına yapabilmişti.

Hemen hemen bütün uluslararası platformlarda, uluslararası toplumun ortak çıkar veya küresel fayda anlayışının dışına çıkarak, hegemon devlet anlayışı ile sadece ve sadece ulusal çıkarlarını öncelemektedir.

Bugün itibariyle Dünya nüfusunun % 40'ını oluşturan 35 devlete karşı tek taraflı ekonomik ambargo uygulayan ABD'nin bu tek yanlı politikaları, bugün artık müttefikleri tarafından bile eleştiri konusudur.

TÜM dünya artık, tek yanlı dayatmaya dayalı siyasetten şikâyet eder duruma gelmişse, mevcut durum, Amerikalıların istediği gibi değildir demektir.

Öyle ki; Latin Amerika ülkelerinde anti-Amerikancılık, iktidara gelmek için kullanılan en önemli söylemlerden biri olmuş durumda. Zira halkın yönelimi bu yöndedir. Neticede, Venezüella, Bolivya ve Şili gibi bu bölgede Amerikan karşıtı parti ve liderler ciddi anlamda karşılık görmektedir.

ABD politikaları, dost ülkeleri de hedef almaya başlayınca, Hindistan gibi, on yıllardır ABD müttefiki olan ülkeler de Amerikan hegemonyasından endişe etmeye başladı.

Dün olduğu gibi bu günde Amerika, gururunun ve şiddet temelli kültüründen dolayı tarih boyunca en iyi konuştuğu dil, en kestirme yöntem olan savaş dili olmuştur.

Daha fazla güç kullanılarak, Dünyanın, Amerikan değerlerini benimsemiş duruma geleceğini ve küresel istikrarı sağlayacağını düşünen aklın, ABD yönetiminde daha etkin olduğu görülmektedir.

Farklı bir algılamaya sahip olan dünya toplumları ve devletleri, artık ABD'yi “tepede parlayan şehir” olarak görmemekte ve hegemonyasını benimsememektedir.

Ve bugün, binlerce yıllık bir tarih, kültür ve sağduyu karşısında, bazı şeylerin rahat değişemeyeceğini anlamak için, ABD'nin 250 yıllık tarihi yetmiyor ne yazık ki.