ABD-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ, NEDEN?
Geçen yazımızda bölgemizde olan biteni, Amerika'nın imparatorluğunu korumak için yayılmacılığını ve bu politikanın Ankara saldırısı ile bağlantısını yazmıştık. Buna haklı haksız itirazlar oldu. Yazımızın Amerika düşmanlığı ve ön yargılarla dolu olduğu iddiaları vardı bazı okuyucularda.
Bakınız:
- yüzyılda Brook Adams, ''ABD yeni yüzyılda genişlemeye devam etmezse çöküş dönemine girecektir. Beyaz ırk ve İngilizce konuşan halklar doğuştan üstün durumdadırlar'' diyordu.
Amerika'nın sahip olduğu bu "istisnacı" anlayış yayılmacılıklarının meşruiyetini oluşturmuştur. Oğul Bush döneminde Dış İşleri Bakanı olan C. Rice ulusal güvenliği sağlama konusunda, 'ABD 'Uluslararası yasa ve kuralları' ya da 'BM gibi kurumları' göz önünde bulundurmak zorunda değildir" demişti. Konuşmasına devam ederken "Çünkü" diyordu Rice, "Amerika tarihte hep doğru tarafta olmuştur."
Bilenler bilir, Birleşik Devletler'de "Amerikalıların seçilmiş ve Tanrının insanoğlunun iyiliği için dünyaya gönderdiği bir halk" olduğuna inanılıyor.
Kendini seçilmiş bir halk görenlerin 'Amerikan İstisnacılığı'na da inanmaları zor olmayacaktı.
ABD'nin dış politikası ve dünyaya bakışlarının ekseninde bu inanç var;
"ABD daima haklı tarafı temsil ediyor." Bu, AB'nin genişleme, yayılma stratejisini, her şeyiyle dış politikasını da belirliyor.
Genel kabul, devletlerarası sistemdeki süper güçlerin dış politika stratejileri yayılmacılık üzerine kurulu iken, geri kalan bölgesel ve küçük büyüklükteki devletlerin takip ettikleri strateji ise güvenlikçi ve savunmacı dış politikadır. Yani,
Vietnam'a müdahalesini destekleyen Alexander Solzhenitsyn'e bile saç-baş yolduran ABD'nin uluslararası ilişkileri, Birleşik Devletlerin ulusal çıkarlarına ve Amerikan değerlerinin dünyada kabul edilmesine göre belirlenir.
Mekik diplomasici Henry Alfred Kissinger'ın desteklediği ABD'nin 'ulusal çıkarları' için militarizme dayanan Jacksonculuk anlayışı ABD için aynı zamanda "ahlaki bir görev" idi."
Dikkat ediyorsanız Amerikan dış politikası realizm ağırlıklı idealizme dayanmaktadır. "Seçilmişlik", "doğru tarafın Amerika'nın tarafı olması", "istisnacılık", "ahlaki görev" vs idealist argümanlardır.
ABD'nin Türkiye ilişkilerini bu perspektifte okuduğumuzda mübhem bir durum kalmamaktadır. Bildiğimiz o ki son yıllarda ABD'nin Türkiye ile ilişkileri stratejik ortaklık ya da müttefiklik ilkelerine göre seyretmiyor. Bunun sebeplerini daha önce yazmış ve demiştik ki; ABD, Türkiye'nin eski Türkiye olmadığını bilmesine rağmen bunu kabulde zorlanıyor.
Türkiye NATO'ya katıldıktan sonra ABD'nin Avrasya jeopolitiğinde en önemli karakolu oldu. NATO'ya bağlılığını kanıtlayan Türkiye, ABD ile müttefik, stratejik ortak olarak ilişkilerini pekiştirerek karakoldan 'üs'lüğe terfi etmişti.
Türkiye bütün koşullarda ABD'nin emrine amadeydi. Lakin ABD eskimiş, kullanılmaz durumdaki silahlarını satma dışında Türkiye'ye ciddi sayılabilecek hiçbir katkıda bulunmadı.
Batı ve ABD'liler 70 yıl boyunca bu ülkede akıllara ziyan imtiyazlara sahip oldular. Türkiye'ye gelen Batılı bir müsteşar ömründe bir kere olsun kendi başbakanı ile görüşemezken Türkiye Cumhuriyeti başbakanları ile cumhurbaşkanları ile istedikleri zaman görüşür, sorgular mahiyette onlara sorular sorabilirlerdi.
Unuttunuz mu? Daha düne kadar Türkiye cezaevlerine, koğuşlarına gardiyanlardan daha çok ABD-Batı "müfettişleri" giriyorlardı. Kimsenin bir itirazı olmazdı ve bizim Adalet Bakanlığı da gelenleri memnun etmek için "mahku00fbm olmayan mahku00fbmları" o koğuşlara doldururlardı.
Ya Ruslara?
Türkiye, Türku00ee cumhuriyetlerle münasebetleri Moskova aracılığıyla yürütmeyi kabul edince Rus vesayetini de kabul etmiş olmuştu. O yıllarda Ermenistan'ın Uluslararası bütün örgütlerin kararlarını hiçe sayarak kardeş Azerbaycan'a saldırmasını Türkiye, "Biz dünya ile birlikte hareket ediyoruz" utancıyla geçiştirmişti.
Bugün Rusların da neden çıldırdıklarını anlayabiliyoruz değil mi?
Batı, kendilerinden olmayan milletlerin büyümesini istemez. Türkiye IMF'e borç verecek kadar ekonomisini güçlendirdi. Oysa Türkiye daha birkaç yıl önce bütün ihracat gelirleri ile ancak petrol giderlerini karşılayabilen bir ülkeydi.
ABD'nin Ankara Büyükelçileri Abramowitz ve Edelman'ın son küstahlıkları da bu bağlamda okunmalı. Yılışıklıklara alışkın ABD yeni duruma alışık değil, alışacaklar.
İbrahim Kalın'ın dediği gibi, "Artık talimat alan bir Türkiye yok" ve ABD artık bunu anlamalı. Belki de anladığı için son üç yıldır bu kadar hırçınlaştı, ne dersiniz?