ABD-Rusya-Çin Savaşı'nda Ezilen Ukrayna!.. Peki Ya Türkiye?
ABD, Rusya, Ukrayna meselelerini ANKASAM (Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi) Başkanı Prof.Dr. Mehmet Seyfettin Erol ile konuştum.
Kafamdaki
asıl mesele;
“Ukrayna
bölünür mü, bu bölünme -Allah korusun- Türkiye’nin de bölünmesini hedefleyen
güçler için yeni bir ‘adım’ olabilir mi?”
*
Sayın Erol’a
önce genel bir soru yönelttim:
“ABD ve Rusya’nın stratejilerini
değerlendirir misiniz, ABD ne yapmak
istiyor öncelikle?”
“İlk
olarak şunu söyleyeyim:
Ben,
bir ABD-Rusya savaşı beklemiyorum.
Bunları
daha öncesinde de yaşadı dünya.
Mesele,
en fazla ‘Küba Krizi’ne kadar gitti.
Her
iki taraf da gerginliği işin doğasına uygun şekilde, sistematik şekilde
arttırıyor.
ABD ve
Rusya arasında nükleer
caydırıcılık dengesi var.
Burada
her iki ülke de politik hedeflerine ulaşmaya çalışıyor.
ABD,
esasında Rusya’yı değil, Çin’i hedef alıyor.
Amacı
Pasifik’e iyice yönelmek.
Rusya’yı,
Çin’e karşı yanına çekmeye çalışıyor.
Yapmak
istediği Rusya ile Çin ayrışmasını sağlamak.
Rusya
ise, yakın çevresinde ABD ve NATO’yu bir tehdit olarak görmek istemiyor. Onun
için de Ukrayna’nın NATO’ya üyeliğine sonuna kadar karşı çıkıyor.”
Sayın
Erol bunları söyledikten sonra…
Kafamdaki
esas konuya, yani “endişeye” geliyorum:
“Ukrayna bölünür mü, bu süreç
Türkiye’yi de bölünme endişelerinin artması bağlamında daha da sıkıntılı hale
sokar mı?”
“Türkiye
için elbette çok kritik bir süreç” diyerek söze giriyor Sayın Erol:
“Biz savaşı engellemek, krizi daha da
büyümeden bitirmek için büyük gayret sarf ediyoruz. Birçok zararı önlemeye çalışıyoruz. Krizin bitmesi, Türkiye için büyük kazanım
olacak. Aksi takdirde bölünme değilse de, başka büyük sıkıntılar var, tabii…”
İşe
tam da bu noktada, “Self determinasyon hakkı”nı gündeme getiriyorum.
“Azınlıkların kendi kaderini tayin hakkı” da deniyor
buna…
Birleşmiş
Milletler Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile Birleşmiş
Milletler Uluslararası İktisadi, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin (İkiz
Yasalar) ortak birinci maddesinin birinci fıkrasına göre; “Bütün halklar kendi kaderlerini
tayin etme hakkına sahiptir. Bu hak uyarınca bütün halklar, kendi siyasal
statülerini özgürce belirlerler ve ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerini
özgürce gerçekleştirirler”.
*
Türkiye Cumhuriyeti, İkiz Yasaları imzalamış ve
yürürlüğe koymuş ülkeler arasında.
Tartışmalı
bir alan, ama hedef ülkeleri bölmek için kullanılabilecek bir malzeme.
Hukukçular,
sözleşmenin böyle bir yolu açıp açmayacağını tartışıyor uzun uzun…
“BM ikiz Sözleşmeleri, Self
Determinasyon”
olarak araştırırsanız, ayrıntılı bilgi alırsınız…
Evet,
Türkiye, BM İkiz Sözleşmesi’ne imza atmıştı.
Sayın
Mehmet Seyfettin Erol, “Ukrayna’nın imza
atmadığını” vurguladı.
Türkiye’nin
bu konudaki rezervinin de altını çizdi:
“Ülkemiz, bağımsızlık ve toprak
bütünlüğü noktalarında taviz verilmeyeceğini her fırsatta ilân etmiştir.”
*
Sayın Erol doğru söylüyor…
Türkiye
bu konuda çok hassastır ama…
Ya
bugünkü duruşunu değiştirecek bir iktidar değişikliği olursa?
Önümüzde
Büyük Ortadoğu Haritası var, genişletilmiş Ortadoğu haritası var, Ukrayna’nın
bölündüğü haritalar da var…
Bazı
odaklar Türkiye’yi sözde parçalamış bile, öyle berbat, “hayali” haritaları dolaşıma sokuyorlar!
İnsanoğlu
içinde yaşadığı süreçteki gelişmeleri tam olarak göremiyor.
Bizim
hayatta olduğumuz şu kısacak zaman diliminde, “dünya haritası”nın ne kadar değiştiğine bakın…
Yugoslavya,
Sovyetler birliği parçalandı, Suriye ve Irak fiilen paramparça oldu, “dağılma” tehdidi sınırlarımıza dayandı
ve aslında, başımızın üzerinde dolaşmaya başladı.
Enseyi
karartmamak için görmezden gelir gibi yapıyoruz ama Türkiye’nin bir bölümünü
bizden ayırmayı program haline getirmiş ve sırtını “bölücü terör örgütü”ne dayadığını ilân etmiş bir partinin, yüzde
10’luk barajı bile rahatlıkla aşar hale gelmesi büyük tehdit değil mi?
Üstelik,
bu partiye oy verenlerin önemli bir bölümü de “genç” nesilden!..
Dahası,
bu parti, “Devlet’i kurma” iddiasındaki partiyle işbirliği halinde…
Neresinden
bakarsanız bakın, “anahtar parti” konumunda…
Hani…
Yarın
öbürgün, şartlar daha da olgunlaştırılır da…
“Yarın
öbürgün” dediğim, mesela 10 yıl sonra, şartlar daha da olgunlaştırılmış hale
getirilir de, BM’nin Türkiye onayıyla verdiği
“Self Determinasyon” hakkı masaya konursa..
Self
Determinasyon, yani “Kendi kaderini tayin hakkı!”
“Ayrılıkçılık hakkı” diye de
yorumlanıyor, dedim ya, tartışmalı bir alan…
“Ben federasyonla yönetilmek
istiyorum arkadaş!..” meselesi…
“Federasyon”
konusu, Kenan Evren’den, bir vakitlerin
ünlü istihbarat yetkililerine kadar birçok önemli zat tarafından gündeme
getirilmişti.
Kuzey
Irak’taki bazı yayın organları da,
“Nihai ulusal amaçlarımız self determinasyon ve egemenliktir!” yollu haber
ve yorumlarıyla, burası için “Kuzey Irak
Statüsü”nü talep etmişlerdi.
Bölgemizdeki
pek çok devletin parçalandığı gibi, Allah korusun, bizim Devletimiz de, şu veya
bu görüntü altında, parçalanabilir mi?
Ukrayna’yı
parçalama niyetleri var gibi…
Türkiye
için de kötü niyetleri olduğunu biliyoruz.
Bu, bugünkü siyasi irade var oldukça hayata
geçirilmesi mümkün görülmeyen bir arzu.
Amma
velâkin, “demokratik sistem” bu…
Ne
zaman ne olacağı ve yeni olacakların neler getireceği belli olmaz!
***
İTTİHATÇILAR, ABDÜLHAMİD HAN VE
MUSTAFA KEMAL PAŞA!
Dikkatimi
çekti, sosyal medyayı aktif bir şekilde kullanan Con Sinov imzalı bir araştırmacı şöyle girmiş yazıya:
“Muhalefet tüm stratejiyi ‘Erdoğan'ı
sandıkta devirip parlamenter sisteme dönmek’ üzerine kurguluyor. Böylece
ülkenin düzlüğe çıkacağı yönünde güçlü bir kabul var. Fakat gerçekler böyle
mi?”
Acaba
böyle mi?
Gelin
anlatayım.”
Devamını
okuyalım, bakalım:
“Öncelikle, ilginç bir şekilde tarihi
tekerrür yaşıyoruz. Atatürk'ün en yakın arkadaşı Salih Bozok anılarını yazarken
ilginç bir laf ediyor: O zamanlar aldandığımız nokta şu idi: Biz sanıyorduk ki
meşrutiyet bir amaçtır. Onu kazanınca yapılacak bir şey kalmamıştı.”
Gerçekten o dönemde tıpkı Salih
Bozok'un dediği gibi, muhalefet tüm umudu Abdülhamid'in devrilmesi ve
meşrutiyetin ilan edilmesinde görüyordu. Bu iki gelişme yaşandığında ülke
düzelecek. Fakat o dönemde İttihatçılar gibi düşünmeyenler de vardı. Genç bir
subay (Mustafa Kemal) 1909 kongresinde bu anlayışı eleştirmişti. Bu genç subaya
göre İttihatçılar yanlış düşünüyordu. Çünkü programları yoktu. Liderleri yoktu.
İktidar değişikliğini amaç olarak görmek hataydı.”
*
Evet…
İttihatçılar,
dış güçlerle işbirliği yaparak, Merhum Sultanımız Abdülhamid Han’ı indirmeyi başardılar.
Bunu
başardılar ve Osmanlı’nın yıkılmasına hizmet ettiler!..
Tefekkür!..