ABD neden stratejik ortak değildir?
Türk-ABD ilişkileri hiçbir zaman iki stratejik ortak ülke arasında olması gereken standart ilişkiler değildi. İki ülke ilişkileri büyük ölçüde güvenlik çerçevesi içinde şekillenmişti. Bu ilişkilerin tarihsel sürecine baktığımızda İkinci Dünya Harbi’nin hemen sonrasına denk geldiğini görürüz.
Hatırlanacağı gibi 2. Dünya Harbinden sonra Sovyetler
Birliği Boğazlarda askeri üs talep etmişti. Türkiye, Sovyetlerin bu tehdidine
karşı NATO’nun güvenli bir sığınak olduğunu düşünerek üye olmuştu.
Dolaysıyla Türkiye’nin güvenlik ihtiyacı ile
ABD’nin küresel güç olma amacı bir noktada kesişmişti. Böylece Türk-ABD
ilişkileri güvenlik eksenli bir ivme kazanmıştı. Marshall plânı kapsamında
ekonomik ve askeri yardım alan Türkiye’nin ABD ile olan ilişkileri giderek
gelişmişti.
ABD’nin Karadeniz’e yerleştirdiği füzelere
karşı Sovyetler Birliği de Küba’ya Füze yerleştirmişti. Kendini tehdit altında
hisseden ABD, Sovyetler Birliğinden Küba’daki füzeleri kaldırması için baskı
yapmış, buna karşı Sovyetler de Karadeniz’deki füzeleri kaldırmasını talep
etmişti. Nihayet dönemin iki süper gücü kendi aralarında anlaşarak karşılıklı
füzeleri kaldırmıştı.
ABD, Türkiye’yi Sovyet tehdidine karşı yalnız
bırakmıştı. Üstelik Karadeniz’deki füzeleri kaldırırken, Türk yetkililerine
haber bile vermemişti. Bu Türkiye’nin ABD’den yaşadığı ilk hayal kırıklığıydı.
Akabinde Kıbrıs’ta Türklere karşı Rumların
işlediği vahşeti durdurmak için 1964’te Türkiye müdahale edeceğini söylemişti.
Ancak böyle bir harekâtta Amerikan silahlarının kullanılamayacağını ‘’Johnson mektubu’’ ile Türkiye’ye
bildirmişti. Bu da Türkiye’nin ABD’den yaşadığı ikinci büyük hayal
kırıklığıydı.
Türkiye, uluslararası hukukun kendisine
verdiği ‘’Garanti Antlaşmasına’’ dayanarak
1974’te Kıbrıs’a müdahale ederek Rum vahşetini durdurmuştu. Ancak Türkiye bu
defa ABD’nin ambargosu ile karşılaşarak üçüncü hayal kırıklığını yaşamıştı.
Özellikle 1990’lı yılların başlarında
Sovyetler Birliği’nin dağılması ile ortaya çıkan jeopolitik boşlukta ABD,
‘’Ortadoğu’’, Orta Asya ve Kafkasya ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmek
istiyordu.
Bu isteğin gerisindeki birinci neden bu bölgelerde bulunan enerji kaynaklarına sahip olmak, ikinci olarak da ulaşım hatlarını
kontrol etmek istiyordu. Saddam’ın 1990’da Kuveyt’i işgal etmesi, ABD’ye
Ortadoğu üzerindeki isteklerinin gerçekleşmesine fırsat vermişti.
Gelelim ABD’nin ikinci hedefi olan Orta Asya
ve Kafkasya bölgelerine. ABD buralarda ki amaçlarına ulaşmak için Türkiye’ye jeopolitik
mihver rolünü vermişti. ABD’li yazar Brzezinski ‘’Büyük Stranç Tahtası’’ adlı kitabında bunu açıkça söylemektedir.
Bugün de hâlâ ABD’nin Türkiye’den beklentisi
sadece kendisine verilen rolü oynamasını beklemektedir. Özellikle gençlerimiz
ve halkımız bilmelidir ki, Joe Biden daha iktidara gelmeden önce ‘’muhalefeti destekleyip Tayyip Erdoğan’ı
devireceğiz’’ demesinin temel nedeni budur.
Sonuç
Bütün bu hususları göz önüne aldığımızda
ABD’nin stratejik bir ortak olmadığı ortadadır. Çünkü stratejik ortaklık: Ortak
milli menfaatlerin elde edilmesi için iki ülke arasında savunma sanayinden
tutun, ortak askeri tatbikatlardan, istihbarat paylaşımına kadar geniş bir
alanı kapsar.
Türkiye ile ABD arasında güvenilir bir
stratejik ortaklık ilişkisinin olabilmesi için dünya görüşlerinde, uzun vâdeli
menfaatlerinde, ahlaki ve siyasi değerlerin paylaşılmasında ortaklıkların
olması gerekirdi.
Hâlbuki ABD bencil çıkarlarını öncelerken,
Türkiye paylaşmayı öncelemektedir. ABD Ortadoğu’da kargaşa politikası izlerken,
Türkiye barışı öncelemektedir. ABD, dünyadaki gücünü korumaya çalışırken,
Türkiye barış ve adalet temelinde tarihteki gücüne erişmek istemektedir.
Stratejik ortaklık: Belirttiğimiz bu ölçüler dikkate alınmadan gerçekleşmesi mümkün değildir. Olursa da kısa vadeli güvenlik ihtiyaçlarını karşılamaktan öteye geçmeyecektir.
Yukarıda da belirtmeye çalıştığımız gibi uzun
vadede sonuç hep hayal kırıklığı olacaktır.
Not: Eleştiri, öneri yorum ile katkı yapmak isteyen dostlarımız için: [email protected] Twitter:@MehmetB78849685