Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
18 Eylül 2021

ABD-Çin makasına geldik

Milenyumun başından bu yana büyük bir değişim ve dönüşümün giren Türkiye, aslında bu dönüşümü 1990’ların başında yıkılan Sovyetler Birliği ile tek kutuplu dünya düzenine geçilmesinden bu yana hayata geçirmeye çalışıyor.

Güçlülerin, Komünist tehditten sonra kendisine yeni bir hedef belirlemesiyle başlayan Soğuk Savaş sonrası dönem, Komünist yönetimin yakın dostu Arap coğrafyası vakit kaybetmeden “yeni tehdit” ilan etti.

90’lardan sonra SSCB’den ayrılarak bir bir bağımsızlığını ilan eden Türk devletleri, Türkiye’nin yeni dönemde yakın hedefi haline geldi.

Nitekim, Boraltan Köprüsü olayında sahip çıkamadığımız Azerbaycan Türkü kardeşlerimizi SSCB’den kurtarmak aynı zamanda omuzlarımızdaki tarihi yüktü.

Fakat Türkiye, ekonomik ve siyasi olarak bu yükü taşıyacak durumda değildi.

Batı’nın ekonomik ölçekli işgali, Türkiye üzerinden hareket ederek ‘Rusya Ana’nın kucağından yeni inmiş taze Türk devletlerini hedefe almıştı bir kez...

Gücü az, ekonomisi kırılgan Türkiye; Batı’nın güçlü ve galip devletleriyle karşı karşıya gelmek istemiyordu.

Alparslan Türkeş’in Elçibey ile yükselttiği Milliyetçilik hareketi bir taraftan Necmettin Erbakan’ın yükselttiği Maneviyatçılık akımı başka bir taraftan ilerletilerek ülkenin gönül coğrafyasıyla hasret giderilmesi bile Türkiye’nin Batı ile karşı karşıya gelmeme amacını değiştiremedi.

Fırsatlardan ziyade tehditleri gören Türkiye’nin bu ruh hâlinin şüphesiz Sevr’den kalanlarla ilintisi büyük...

Bu anlamda Milenyum’dan sonra tekrar dirilen Rusya’nın diş göstermeye başlamasına belki de en çok sevinen Türkiye olmuştur.

Zira, soğuk savaş sonrasında Batılılar nazarında artık ihtiyaç fazlası hâline gelen Türkiye, nasıl Batılı, muktedir dostlarıyla iyi ilişki kuracaktı ki?

Türkiye denilince akıllarına; “Sözde Ermeni Soykırımı”, PKK’nın “Kürtlere zulüm ediliyor” yalanları ve çarpık adalet anlayışının en bariz örneği “düşünce suçluları” gelen Batılılar, Türkiye ile aynı tarafta olmak konusunda da çok istekli değildi.

Hatta birçok “sözde müttefik” Türkiye’nin, NATO’nun bir parçası olmaması gerektiğini bile dile getirmişti.

Türkiye, bu çelişkiler yumağında hayatta kalma için Batılıların rasyonel sistemini kopyalamaya ve emperyal arzularını dizginlemeye çalıştı.

Tarihin varlığından bu yana savaşçı olan Türklerin NATO gibi bir yerde savaşçılık özelliğini göstermesi hiç de zor olmadı.

Bu durum, Askeri harcamaları kontrol etmek ve oy verenlerini savaşlarda kaybetmek istemeyen Batılıların, “tüm defektlerine rağmen hadi kalsın” diyerek Türkiye’nin NATO varlığına ses etmemelerine neden oldu.

Ayakta kalmaya çalışan Türkiye’nin milenyumdan sonraki dönüşümü düşünüldüğünün aksine tarihi önemde bir olaydır.

Türkiye, önce bölgesine sahip çıkmaya çalışarak etki alanını genişletmeye çabaladı.

Uzun yıllar boyunca Türkiye’nin, sözünü Batılılarla ortak tutma gayreti dünyanın geri kalanındaki “Türkiye algısını” da şekillendirdiği için bu hiç de kolay olmadı.

90’larda Bosna ve Çeçenistan’a yapılan etkili yardımlara ve Azerbaycan’a verilen pansuman desteklere rağmen Türkiye’nin dönüşümü ancak 2010’lardan sonra oldu.

Çözüm süreci ve Ermeni açılımı bir taraftan ilerlerken vesayetin tamamen kaldırılması ile Alevi açılımı gibi iç barışların sağlanmaya çalışılması Türkiye’nin yaralarına parmaklarını basanları ürküttü.

Velhâsıl geldik bugüne...

28 Şubat olaylarının dayattığı “laiklik” vurgusunun bugün bakılınca aslında ülkenin gösterdiği yeni bir Sevr duruşu olduğu daha iyi anlaşılır.

NATO’ya verilen vesayetin son oyunu 28 Şubat oldu.

Sonrasında ise yerli askeri silahlar ve bölgeyle artan ticaret Türkiye’nin gücünün farkına varmasını beraberinde getirdi.

15 Temmuz’dan sonra güneyde bir tampon devlet kurmak isteyen ABD ile gerilen ilişkiler, S400, Brunson olayları ile katmerli hale geldi.

128 milyar dolar, kur savaşında göz kırpmadan kullanıldı.

Şimdi, ABD-Türkiye ilişkilerini bu durumdan dönüştürmek hiç de kolay değil.

Biden’ın toparlamaya çalıştığı ABD’nin, sorunlarını bir bir Çin’e devrettiği bir dönemde ABD’ye giden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Biden ile yapacağı görüşme Türkiye’nin NATO içerisindeki konumundan Çin ile yakınlaşmaya kadar birçok konudaki duruşunu belirleyecek.

Bakalım ne olacak?