ABD-Çin makasına geldik
Milenyumun başından bu yana büyük bir değişim ve dönüşümün
giren Türkiye, aslında bu dönüşümü 1990’ların başında yıkılan Sovyetler Birliği
ile tek kutuplu dünya düzenine geçilmesinden bu yana hayata geçirmeye çalışıyor.
Güçlülerin, Komünist tehditten sonra kendisine yeni bir
hedef belirlemesiyle başlayan Soğuk Savaş sonrası dönem, Komünist yönetimin
yakın dostu Arap coğrafyası vakit kaybetmeden “yeni tehdit” ilan etti.
90’lardan sonra SSCB’den ayrılarak bir bir bağımsızlığını
ilan eden Türk devletleri, Türkiye’nin yeni dönemde yakın hedefi haline geldi.
Nitekim, Boraltan Köprüsü olayında sahip çıkamadığımız
Azerbaycan Türkü kardeşlerimizi SSCB’den kurtarmak aynı zamanda omuzlarımızdaki
tarihi yüktü.
Fakat Türkiye, ekonomik ve siyasi olarak bu yükü taşıyacak
durumda değildi.
Batı’nın ekonomik ölçekli işgali, Türkiye üzerinden hareket
ederek ‘Rusya Ana’nın kucağından
yeni inmiş taze Türk devletlerini hedefe almıştı bir kez...
Gücü az, ekonomisi kırılgan Türkiye; Batı’nın güçlü ve galip
devletleriyle karşı karşıya gelmek istemiyordu.
Alparslan Türkeş’in
Elçibey ile yükselttiği Milliyetçilik hareketi bir taraftan Necmettin Erbakan’ın yükselttiği Maneviyatçılık akımı başka bir taraftan
ilerletilerek ülkenin gönül coğrafyasıyla hasret giderilmesi bile Türkiye’nin
Batı ile karşı karşıya gelmeme amacını değiştiremedi.
Fırsatlardan ziyade tehditleri gören Türkiye’nin bu ruh
hâlinin şüphesiz Sevr’den kalanlarla ilintisi büyük...
Bu anlamda Milenyum’dan sonra tekrar dirilen Rusya’nın diş
göstermeye başlamasına belki de en çok sevinen Türkiye olmuştur.
Zira, soğuk savaş sonrasında Batılılar nazarında artık
ihtiyaç fazlası hâline gelen Türkiye, nasıl Batılı, muktedir dostlarıyla iyi
ilişki kuracaktı ki?
Türkiye denilince akıllarına; “Sözde Ermeni Soykırımı”, PKK’nın “Kürtlere zulüm ediliyor” yalanları ve çarpık adalet anlayışının en
bariz örneği “düşünce suçluları”
gelen Batılılar, Türkiye ile aynı tarafta olmak konusunda da çok istekli
değildi.
Hatta birçok “sözde
müttefik” Türkiye’nin, NATO’nun bir parçası olmaması gerektiğini bile dile getirmişti.
Türkiye, bu çelişkiler yumağında hayatta kalma için Batılıların
rasyonel sistemini kopyalamaya ve emperyal arzularını dizginlemeye çalıştı.
Tarihin varlığından bu yana savaşçı olan Türklerin NATO gibi
bir yerde savaşçılık özelliğini göstermesi hiç de zor olmadı.
Bu durum, Askeri harcamaları kontrol etmek ve oy verenlerini
savaşlarda kaybetmek istemeyen Batılıların, “tüm defektlerine rağmen hadi kalsın” diyerek Türkiye’nin NATO
varlığına ses etmemelerine neden oldu.
Ayakta kalmaya çalışan Türkiye’nin milenyumdan sonraki
dönüşümü düşünüldüğünün aksine tarihi önemde bir olaydır.
Türkiye, önce bölgesine sahip çıkmaya çalışarak etki alanını
genişletmeye çabaladı.
Uzun yıllar boyunca Türkiye’nin, sözünü Batılılarla ortak
tutma gayreti dünyanın geri kalanındaki “Türkiye
algısını” da şekillendirdiği için bu hiç de kolay olmadı.
90’larda Bosna ve Çeçenistan’a yapılan etkili yardımlara ve Azerbaycan’a
verilen pansuman desteklere rağmen Türkiye’nin dönüşümü ancak 2010’lardan sonra
oldu.
Çözüm süreci ve Ermeni açılımı bir taraftan ilerlerken
vesayetin tamamen kaldırılması ile Alevi açılımı gibi iç barışların sağlanmaya
çalışılması Türkiye’nin yaralarına parmaklarını basanları ürküttü.
Velhâsıl geldik bugüne...
28 Şubat olaylarının dayattığı “laiklik” vurgusunun bugün bakılınca aslında ülkenin gösterdiği
yeni bir Sevr duruşu olduğu daha iyi anlaşılır.
NATO’ya verilen vesayetin son oyunu 28 Şubat oldu.
Sonrasında ise yerli askeri silahlar ve bölgeyle artan
ticaret Türkiye’nin gücünün farkına varmasını beraberinde getirdi.
15 Temmuz’dan sonra güneyde bir tampon devlet kurmak isteyen
ABD ile gerilen ilişkiler, S400, Brunson olayları ile katmerli hale geldi.
128 milyar dolar, kur savaşında göz kırpmadan kullanıldı.
Şimdi, ABD-Türkiye ilişkilerini bu durumdan dönüştürmek hiç
de kolay değil.
Biden’ın toparlamaya çalıştığı ABD’nin, sorunlarını bir bir
Çin’e devrettiği bir dönemde ABD’ye giden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Biden ile yapacağı
görüşme Türkiye’nin NATO içerisindeki konumundan Çin ile yakınlaşmaya kadar
birçok konudaki duruşunu belirleyecek.
Bakalım ne olacak?