‘AB Ordusu’ mümkün mü?
"Gerçek bir Avrupa ordusuna sahip olmadıkça Avrupalıları koruyamayacağız. Tehditkar olabileceğini gösteren ve sınırlarımıza dayanmış bir Rusya'ya karşı, daha egemen, ABD'ye bağımlı olmayan ve tek başına kendini savunan bir Avrupa'ya ihtiyacımız var."
Bu cümleler Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a ait. Avrupa’da yükselen milliyetçilik akımına da vurgu yapan Macron, AB’nin bir refah projesi olduğunu ve ABD’den bağımsız bir güvenlik alternatifi olması gerektiğini de özellikle son dönemde yüksek sesle dillendiriyor.
Peki; bir AB Ordusu kurulması ne kadar mümkün?
Bu sorunun cevabını vermek için halihazırda AB’nin içerisinde olduğu mevcut güvenlik durumunu incelemek gerekiyor. Sovyetler Birliği’nin 1947 yılında Paris Konferansı’nda takındığı tavır sonrası Avrupa ülkelerinin güvenlik noktasındaki fikirleri şekillenmeye başladı. Batılı ülkeler, “Sovyet Bloğu” karşısında ortak bir güç olarak birleşilmesi gerektiği konusunda fikir birliğine vardılar. Nihayetinde 1948 yılında İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg, Brüksel Anlaşması’nı imzaladı. Anlaşma, askeri bir işbirliği yanında iktisadi ve kültürel anlamda da çeşitli işbirliklerini içeriyordu. Aynı zamanda “Atlantik Medeniyeti” kavramı ilk defa burada ortaya atılıyordu. Ancak söz konusu ülkelerin birleşmesinden doğan askeri ve iktisadi güç, “Sovyet Bloku” ile rekabet edecek düzeyde değildi. Aynı yıl içerisinde İngiltere’nin yönlendirmesi ile söz konusu anlaşmaya imza atan ülkeler ve ABD arasında görüşmeler başladı. Ve nihayet 1949 yılında Washington’da yeni davet edilen ülkelerinde katılımıyla 12 ülkenin yer aldığı NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) resmen kurulmuş oldu.
NATO anlaşması, üyeler arasında bir önceleme içermiyordu. Ancak yapının liderinin ABD olacağı ilk andan itibaren ortadaydı. Tüm resmi belgeler ABD’de muhafaza edilecekti ve NATO’dan ayrılmak isteyen ülkeler onay almak için ABD’ye başvurmak zorunda olacaklardı. Kısaca; ifade edilmese de anlaşmaya imza atan ülkeler ABD’nin üstünlüğünü ve himayesini kabul etmiş oluyorlardı. Yani AB ülkeleri güvenliklerini büyük ölçüde ABD’nin himayesine bırakıyordu.
Bu bilgiler ışığında konuyu tekrar bakarsak; “AB Ordusu” fikri aslında daha öncede çeşitli dönemlerde gündeme gelen bir konu... Yakın tarihe kadar konunun önünde en büyük engel bu fikre karşı duran İngiltere’ydi. Ancak (şu anda sancılı bir dönem geçirse de) Brexit süreci gerçekleşirse bu direnç denklem dışı kalmış olacak ve özellikle Fransa ile Almanya’nın ABD’ye bağımlılığı azaltma niyetleri konuyu daha fazla gündemde tutacak. Aslında bu konuda bir altyapı da yok değil. Almanya ve Fransa’nın öncülük ettiği, Avrupa Birliği üyesi ülkelerden 23’ünün onay verdiği, üye ülkeler arasındaki savunma bağının güçlendirilmesi ve işbirliğinin artırılmasını hedefleyen “PESCO”.
Özellikle Fransa ve Almanya bu konuda daha fazla çalışma yapmakta kararlı gözüküyor ancak başarılı olmaları için birlik içerisinde sağlanması gereken tam mutabakat ve geliştirmesi gereken askeri yetenekler dışında mücadele etmeleri gereken dış etkenler de var. Bunlardan en önemlisi ABD yönetiminin tavrı... ABD yönetiminin “AB Ordusu” fikrine önemli bir direnç göstereceğini ön görmek zor değil. Zaten Trump’ın ilk açıklamaları da bunun işareti... ABD, AB üzerindeki güvenlik temelli etkisini asla kaybetmek istemez, istemeyecektir.
Kurulduğu ilk günden bu yana savunma alanında büyük ölçüde ABD’ye muhtaç olan ve NATO şemsiyesinden yararlanan Avrupa Birliği, askeri alanda kendisine takılan “kağıttan kaplan” benzetmesinden kurtulmak istiyor ama en azından ‘kısa vadede’ bu çok mümkün gözükmüyor.