A Milli Takım ve Yükselen Yeni Nesil
“Şuna bak, futbol yazmış!” demeden, lütfen okumaya devam edin dostlar:
Türkiye’nin Avrupa Futbol Şampiyonası finallerine katılma “vizesi”ni grup maçlarının bitmesine bir adım kala cebine koyması hepimizi çok sevindirdi.
Son maçta da, rakibimizi 2-0 yendik ve grubu Fransa’nın ardından ikinci sırada bitirdik.
Dünyanın en genç A Milli Takım kadrolarından birine sahibiz.
Her mevkide, özellikle de hiçbir vakit dikiş tutturamadığımız “savunma hattı”nda çok başarılı gençlerimiz var, dünyanın “en kıymetli” liglerinin büyük kulüplerinde top koşturuyor çoğu.
Avrupa’daki emekçilerimizin çocuklarının ağırlıkta olduğu kadromuz kolay kolay gol yemiyor, gol atmadığı maç da çok az.
Bütün bunların hoşluğu içinde gezinirken, futbol yorumcularından biri şöyle dedi:
“Avrupa’daki sevgili gençlerimizin, bu yaşlarında ortaya koydukları olgunluk ve devamlılık arz eden üstün performanslarının sebeplerini çok iyi araştırmalıyız. Tamam bizde yetişen çok başarılı gençler de var, bunlardan bu kadroda da var ama, Avrupa futbolcu eğitiminde epeyce önde.
Türkiye’de yetişmiş olsalardı, bugün başarılarıyla gurur duyduğumuz gençlerimizin kaçı bu noktalara gelebilirdi? Demek ki bizim gençlerimizde, gençliğimizde sıkıntı yok. Mesele, gençlerimizin önünü açmakta!”
Evet…
Buralarda doğup, buralarda büyüyen futbolculardan çok azı dünyanın her takımında rahatlıkla top koşturabilecek duruma gelebiliyor.
Bizim en güçlü, kondisyonu en yüksek futbolcularımızdan biri, Avrupa’nın orta çapta takımlarından birine transfer olduktan sonra neler yaşadığını anlatırken, ilk aylarda ne büyük zorluklar çektiğini dile getiriyordu.
Oralardaki fizik güce dayalı, mücadeleci, disiplinli futbola ayak uydurmakta sıkıntıya düşmüş bizim “dayanıklı, güçlü, çok koşan” futbolcumuz.
Eğitim meselemiz…
Spor alanında da böyle, eğitimde aksıyoruz.
Bu sonuçlara da yansıyor elbet.
Dünya ve Avrupa güreş şampiyonlarımızdan Sayın Ahmet Ak’ın Avrupa’da ve Türkiye’de Spor adlı kitabını okudum.
Bu alanda gelişim sağlamak isteyenlerin mutlaka temin etmesi gereken bir kitap olarak gördüğüm eserde sıralanan hususlar, “yememiz gereken kırk fırın ekmeğin” daha olduğunu düşündürüyor.
“Lisanslı sporcuların nüfuslara oranı, spor eğitimine verilen önem, beden derslerine bakış, spor kulüplerinin yapıları, sporcuların entelektüel alt yapısının gelişmesine destek, spor medyası ve tabii büyük organizasyonlardaki başarı durumu, madalya sayısı…
Sondakine bakalım meselâ, “hâsılata” yani.
Türkiye, bugüne kadarki ‘Yaz Olimpiyatları’nda (Kış olanını hiç sormayın!) toplam 92 madalya elde edebilmiş.
Bazı ülkelerin “bir olimpiyat organizasyonunda” kazandıkları madalya sayısının yanına, “bugüne kadarki olimpiyatların tamamında kazanabildiklerimizi” üst üste koysak bile yaklaşamadığımızı görüyoruz.
(Hepsinin yüreklerine, bileklerine sağlık; madalyalarımızın üçte ikisinden fazlası da “güreş”ten.)
“Madalya” bakımından iyi hallerde değiliz yani.
Aslında topyekûn İslam Dünyası’nın vaziyeti bu;
İran’ın toplam madalya sayısı 52, Endonezya 27, Pakistan 10, Malezya 6 madalya alabilmiş.
Türkiye olimpiyatlarda çok temsil edilen halkı Müslüman ülke olarak 92 madalyada, spor alanında gelişmiş ülkelerde kıyaslanamayacak kadar az bu sayı.
İslam dünyası, bilimsel bilgi üretiminde olduğu gibi “madalya” üretiminde de yaya.
Bu yazının salt “Sporda niçin istediğimiz yerlerde değiliz!” yazısı olmadığını tahmin ve takdir edersiniz.
Eğitimin her alanında “büyük eksikliklerimiz” var; “Katsayı haksızlığı giderilsin, gör o vakit sen meslek eğitimini!” diyorduk, o da arzu ettiğimiz noktaların çok uzağında.
Her talebe ve her anne-baba evlâtlarının mutlaka üniversiteyi bitirmesini ve mutlaka da “dört yıllık” bir bölümü bitirmesini arzu ediyor.
Oysa…
Sporda da ileri düzeylerde olan birçok ülkede esas olan “meslek eğitimi.”
20 yıl okuduktan sonra aldığı diplomanın “pek de işe yaramadığı” milyonlarca genç mezun ediyoruz.
Hepsinin duvarlarında “büyük” diplomalar ve ellerinde büyük unvanlar:
Oysa…
Memleketin daha çok “teknisyen” ve “tekniker”e ihtiyacı var; İş dünyasının da diplomasıyla hava atacak değil de, “iş yapacak” elemana!..
Geçtiğimiz günlerde bir yakınımın çok ısrarcı olması üzerine bir işadamına “Mühendis lâzım mı?” diye sordum
“Tecrübesi yok değil mi?” dedi.
“Evet” dedim.
“Yabancı dili de yok değil mi?” dedi.
Buna da “evet” dedim.
Tahminimce olmayacak işi.
Benim elimden gelen bu.
Aslında birçok alanda dağınıklığımız var, bizim payımıza düşen:
Medyamızın durumu ne ki?..
Kişisel gelişime ne kadar yatırım yapabiliyoruz ve mesleğe “uzman” muhabir kazandırmaya ne kadar gayret ediyoruz?
A Milli Takım Avrupa Şampiyonası finallerine katılmaya hak kazanmış, yepyeni bir jenerasyon yakalamışız, elbette çok mutluyuz.
Niyetimiz elbette mutluluğunuza “turp” sıkmak değil.
Tesisleşme alanında sağlanan gelişmeleri de göz ardı edemeyiz, tıpkı şehir hastaneleri modelinde olduğu gibi son derece şık, son derece modern “tesislere” sahip olduk.
Bu güzel.
Şimdi mesele;
Bunları “madalya” sayılarına yansıtabilmekte.
Başarıları “sürekli” ve “sürdürülebilir” hale getirebilmekte.
Bizde müthiş bir gençlik var.
Sıkıntı bizlerde, memleketin “gençlik” değil “yaşlılık” problemi var.
Gençlerimizin yüzlerini güldürürsek onlar da İnşallah bizim yüzlerimizi daha çoook güldürecek.