​​​​​​​Ayasofya ve Doğu Türkistan
AYASOFYA, Fethin sembolüdür! İstanbul’un fethinin… Bu topraklarda Bizansın, Romanın, Hristiyan egemenliğinin bittiği, İslâm’ın ve Müslümanların hakimiyetinin başladığının sembolü… Fethin sembolü “müze”ye çevrilip namaz kılınamaz haldeyken özgürlükten mi bahsediyoruz?
Ayasofya’nın bir gece yarısı 150 kişilik bir gruba açılması ve namaz kılınması yasak olan camide, bir kadının dans etmesine izin verildiği haberini okuyunca yine aynı noktaya geldi mesele…
Biz önce kendi topraklarımızda kendi özgürlüğümüzü kazanmalıyız.
İnancımız, değerlerimiz, tarihin bize yüklediği misyonumuz ve ecdadın uğruna can verip can aldığı ideallerimizi diriltecek noktaya ulaşabilmeliyiz ki, doğunun en doğusundan, Doğu Türkistan’dan Batının en batısı Bosna’ya Kırım’dan Mescidi Aksa’ya esaret altındaki İslam Coğrafyasını özgürleştirebilelim…
Zulüm arşı titretiyor!
Doğu Türkistan’da zulüm arşı titretecek noktada. Zulmü engellemek ve kardeşlerimizin hürriyetlerine kavuşmaları için elimizden gelen ne varsa yapmak zorundayız. Fakat Doğu’dan Batı’ya, yeryüzünün hangi noktasında olursa olsun yaşanan zulmü engelleyebilmemiz için önce kendi topraklarımızda tesis etmemiz gereken bir nizam var. Önce ANADOLUDA TOPRAĞA DÜŞEN SANCAĞI AYAĞA KALDIRMAMIZ GEREK. Önce burada birliği dirliğimizi tesis etmemiz gerek. Önce içimizdeki zalim uşaklarından kurtulmamız gerek. Ecdadın yaptığı gibi, İlayi Kelimetullah Sancağını en yükseğe dikmemiz gerek. Bunu gerçekleştirdiğimiz zaman zalimlerin zulmünü de engelleyebileceğimizin şuurunda olmamız gerek.
‘Oluş ve olamayış sebebimizi, ne yapmamız gerektiğiyle birlikte ‘sözün sahibinden kısaca iktibas ederek bitiriyorum yazımı.
Üstad’ın söyledikleri
Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in 1965 yılında verdiği Esir Türkler Konferansından bazı bölümler (rakamlar o zamanın nüfusuna göredir!)
“Biz, hür Türkler, hür olmanın sadece mevhum tesellisini yaşamaya memur 30 milyon Türk, böyle bir teselliden mahrum 60 milyon Türk’ü düşünmek ve anmak mevkiindeyiz. Ama hangimizin hali beter, bilgisini Allah’a havale edelim…
Şu var ki, düşman tarafından ve apaçık, maddede ve manada esir tutulmakla, kendi cinsi tarafından ve gipgizli, maddede hür gösterilip manada esir edilmek arasında ıstırap ve felaket payı galiba ikincisinde daha üstün.
Bir millet, kendi esir kardeşlerini kurtarabilmek için, onları sadece düşünmek ve anmaktan başka yol bulamayacak olursa, yaptığı, hiçbir şey yapmamaktan daha feci bir acziyet gösterisi olur.
Esir milletler anılmakla kurtarılmaz, içine atıldıkları yılanlı kuyuya inilip çıkarılmakla kurtarılır.
Burada, bu memlekette, anavatan Türkiye’sinde bir şey yapmakla olur; bir oluşa varmakla olur.
Vecd ve aşkımızı kaybedip, bozulma ve çürüme, derken taklit ve özenme çığırına girdiğimiz günlerden başlayan ve kurtuluş adına bakire şahsiyetimizi Batıya teslim etmekten başka bir şey bilmeyen ruhi dayanak yıkıcıları ve kök baltalayıcılarının elinden merkezdeki Türk’ü kurtaracaksınız ki, muhitteki Türk’e imdat yolu açılabilsin…
İşte o zaman her şeyle beraber hürriyet ile esaretin de manaları anlaşılacak, hakikate esir olmaktan büyük hürriyet olmadığı bellenecek, üstün şahsiyete erilecek ve o şahsiyetin hakkıyla bütün insanlık huzurunda esir Türklerin hesabı sorulabilecektir.
O zaman anma toplantısı yok, alma hareketi vardır.
İç duvarları devirmeden dış duvarları delmekten bahsediyoruz.
Burada Türk’ün ruhunu hapseden duvar, bütün duvarları iç içe kuşatıcı esaret surunun ana hisarıdır; ve bu ruh kurtulmadıkça oradaki Türk’ü çağırmaktan başka çare yoktur.
Buradaki Türk sebep; oradaki Türk netice… Sebep düzeltilmeden neticeyi ıslaha yeltenmek, delilerin bile güleceği saçmalık.”