Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.83
Gram Altın
2971.02
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
14 Mart 2020

40 yıl önceki Türkiye

40 yıl önce üniversitede okuyordum. Ankara’da… Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde. Daha okula kayıt yaptırırken okulun önündeki silahlı militanlarla karşılaşmıştım. Hatta bir baba onları görünce, kızının elinden tuttuğu gibi “Sen bu Fakültede okuyamazsın” diye geri dönüp gitmişti. Ben 1978’de giriş, 1982’de okulu bitirmiştim. Nasıl bitirdiğime hala şaşarım.

Okulun yarısı ülkücü, yarısı komünistti. Yemek saati bile dönüşümlüydü. Yarım saat ülkücüler girerdi, bir saat komünistler. Ertesi gün de tersi olurdu. Biz iki gruba da dâhil olmadığımızdan yemeği kuyruğa girmeden alırdık.

Şehrin mahalleleri de bölünmüş, kurtarılış bölgelere ayrılmıştı. Benim kaldığım yurt, şehrin merkezinde, Ulus semtindeki büyük postanenin arkasındaydı. Arka cephemizdeki gecekondu mahallesi Maocu komünistlerin kontrolündeydi.

Bir akşam yurda dönerken postanenin arka duvarına Maocuların yazı yazdığını fark ettim. Geri dönüp dönmemekte kararsız kaldım. Çünkü yazı yazanları elinde yarı otomatik silahla bir militan koruyordu. Önünden geçersem tetiğe dokunabilirdi. O durumda gideceğiniz yerin ismi Tahtalıköydü. Tam anlamıyla kim vurduya giderdiniz.

O esnada bir polis minibüsü göründü, bu durum bana da cesaret verdi, yürümeye devam ettim. Minibüs geldi, yazı yazanlara hiç dokunmadan silahlı militanın önünden geçip gitti. Anlaşılan onlar da aynı zihniyetteydi. Çünkü polis de Polbir ve Polder diye ikiye ayrılmıştı. Biri ülkücülerden, diğeri komünistlerden oluşuyordu. O delikanlı, ben geçerken de tetiğe dokunmadı.

***

Bir gün komünistlerin sırasında yemek alıp oturmuştum. Yakınımdaki bir masada tartışma vardı, aniden iki delikanlı kalkıp yumruklaşmaya başladı. Biri Maocu, diğeri Leninciydi. Yemekte gençler birbirini öldürmesin diye çatal verilmiyordu. Yüzlerine yüzlerine vuruyorlardı. Hayatta seyrettiğim en acımasız boks maçıydı. Kanlar içinde kaldılar.

Okulun derneğini MTTB kurmuştu. Biz de Milli Türk Talebe Birliği mensubuyduk. Bunu bilirler, bize dokunmazlardı. Bir gün merakımdan dolayı ring hattı yapan Güneşevler otobüsüne bindim, otobüsten hiç inmeden dolaşıp döndüm. Erkesi gün yemekte Maocu yağız bir delikanlı masama geldi. “Senin Güneşevler’de ne işin vardı?” diye sordu. Sırf gezmek için gittiğimi söyleyince. “Bir daha olmasın, ben seni tanıdığım için indirmedik. Ama bir daha gelirsen geri dönemezsin” dedi. Haklıydı, dönemezdim.

20 kişilik sınıfımızda komünist kızlardan biri o gün çok üzüntülüydü. Sebebini sorunca, Cebeci’den geçerken arkadaşını otobüsten indirilip infaz ettiklerini öğrendik. Onlara Cebeci – Maltepe arasından geçmek yasaktı.

Yarı yıl tatilinde evimizin olduğu Van Gölü kıyısındaki Ahlat’tan kalkıp Ankara’ya geldiğimde ilk gördüğüm şey, şehrin üstündeki dev bir kara bulut olurdu. Kömür yakılıyordu ve nefes alamıyorduk. Beyaz gömlek giyecek olsak akşama yakası simsiyah oluyordu.

***

Bir gün öğleden sonra MTTB’nin Yukarı Ayrancı’daki yurdunda kalan arkadaşları görmek için gitmiştim. TBMM’nin hemen üst kısmındaydı. Akşam hava kararmadan dönmem gerekiyordu ama gecikmiştim. Saat 20.00’ye geliyordu. Yine de cesaretimi toplayarak yola çıktım. Durağa varıp Ulus otobüsünü beklemeye başladım.

Koskoca Balgat Caddesi bomboştu, ne bir insan, ne bir araç, ne bir kedi vardı. Aniden yakındaki bir apartmanın arasından bir delikanlı çıktı, bana yan gözle bakıp kayboldu. Beş dakika geçmemişti ki, 7 – 8 kişi etrafımı sardı. Mevsim kış ve soğuktu. Çok okuyan bir öğrenciydim. Pardüsömün içine kalınca bir roman sıkıştırmış, soğuktan üşüyen ellerimle kitabı tutuyordum.

İki kişi kollarıma girdi. “Ülkücü müsün?” diye sordular. Hayır, dedim. Yurda arkadaşları ziyarete geldiğimi söyledim. Birisi “Koltuğunun altında ne var” diye düğmelerimi çözmeye başladı. Korkmayın, kitap diyebildiğimi bugün gibi hatırlıyorum.

Biri öfkeyle gürledi: “Biz mi senden korkacağız, sen mi bizden?” Kitabı alıp incelediler. Bir macera romanıydı. Ve “Git aşağıdaki durakta bekle. Burası bizim bölgemiz ama yurttakilerle çatışmıyoruz” dediler. Ben yürümeye başlayınca yukarıdan da Ulus otobüsü gözükmüştü.

Genç ve cesurdum ama o gün ölümün soğuk yüzüyle bir kez daha tanışmıştım. Bana bir kurşun sıkıp kaldırımın kenarına atsalardı o yıllarda öldürülen ve katili bulunamayan sıradan olaydan biri gerçekleşecekti.

Annemle konuşmak için büyük postanede telefon yazdırır, en az yarım saat beklerdim. 12 Eylül darbesinin hemen sonrasıydı. Kafama esmiş, saçlarımı kazıtmıştım. Demetevler’de caddede yürürken bir asker koşa koya yanıma geldi. Neden saçlarımı kazıttığımı sordu. Ne diyebilirdim. Sadece güldüm. Asker de art bir niyetim olmadığını anlamış olacak ki, koşarak komutanının yanına doğru gitti…

Koronovirüs molasında günümüz Türkiyesi kıyaslamanız için bizzat yaşadıklarımı sizinle paylaşmak istedim.