30 Ağustos
Bayramlarımızı bile “çıkara” alet eden zihniyetler, vatan savunması için canından, cananından, evlâdından ocağından geçen atalarımız üzerinden ne kavgalar yürüttüler…
Bu dünyadan ayrılmış ve kendilerini müdafaa imkânı kalmamış ölüler üzerinden ne kavgalar yürütüldü, ne karalamalar yapıldı, ne iftiralar atıldı.
Allah göstermesin;
Bu memleket bir gün bölünecek olursa…
Bunda kendisine “alan açmanın” veya “alan genişletmenin” yolu olarak tarihine hakaret etmeyi, atalarını kötülemeyi seçen politikacıların, yazarların, gazetecilerin vs. çok büyük sorumluluğu olacaktır.
Geçmişteki devlet büyüklerinin bazılarını ululaştıran ve bazılarını da yerin dibine batıran zihniyetler enerjimizi tüketti!..
Farklı kisvelerle aynı amaca hizmet eden zihniyetler, tarihimize damgasını vurmuş, milletimizi “temsil” makamına erişmiş nice değerimizi karalamakta hasımlarımızın önüne geçti.
Tarihe, tarihteki olaylara bakarken, tarihteki şahsiyetleri etiketlerken “siyah ve beyaz”dan başka renk bilmeyenler…
O şahsiyetleri içinde bulundukları şartlara, yaşadıkları dönemin özelliklerine göre değil de, tek tipçi, şabloncu bir bakış açısıyla değerlendirenler, ya sınırsız “ululuk” ya da sınırsız “hainlik” vurgularıyla “ölmüşler” üzerinden sürdürdüler ve geliştirdiler çıkar ilişkilerini…
Sultan Alparslan’dan bugüne kadarki devlet başkanlarımızdan “çok güç şartlar altında” sorumluluk yüklenmiş olanların hayatlarını incelediğinizde her birinin büyük acılar çektiklerini görürsünüz…
Bir kısmı cinayet sonucu vefat etmiş, kiminin ölümü çok şüpheli, hepsine yakın çevresine sokulanlar tarafından tezgâhlar kurulmuş, önleri karartılmış, sağken ve öldükten sonra itibar suikastlarına uğratılmış…
Devlet yönetimi çok zor mesele, hele Osmanlı’yı ve geniş bir özeti niteliğindeki Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetiyorsanız, deliksiz uykuyla geçirebildiğiniz bir geceniz olmaz…
Geçmişi değerlendirirken, ele aldığımız zaman dilimindeki şartları hakkıyla değerlendiremezsek yanlışlara düşebiliriz.
İyisi mi…
Geçmişi, “ders çıkartarak” geçmişte bırakmak…
Bunu yaparken de, “örseleyici”, “tahrik edici” dilden uzak durmak.
Her bayramda bir şekilde ortaya çıkan “ayrımcılığa”, “kamplaşmaya”, “bayram yarıştırmaya” son vermek!..
Birlik ve beraberliğimizi pekiştirme vesilesi olması gereken bayramlarımızı “kamplaşma”yı keskinleştirme aracı olarak kullanmaktan vazgeçmek!..
“Ata”ları yarıştırmaktan, ataları “karalama” yarışından vazgeçmek!..
Atalarımızdan birinin gördüğümüz belirgin yanlışlarını “ölmüş”e saldırmak için kullanmak yerine, “O yanlışlara yeniden düşmemek için” neler yapılması gerektiğini tartışalım…
Atalarımızdan birinin büyük kahramanlıklarını sınırsız övgülerle dillendirerek ayran kabartma yarışına girmek yerine, “O yaşadığı dönemde bu kadar büyük başarılara imza atmış, peki sen bugüne kadarki yaşamında hayr yolunda neler yaptın, yapabildin?” diye kendimize dönelim.
Tarihimizin “dehlizlerinde”, kafalarındaki “önyargıları” pekiştirecek bir şeyler arama çabasında olanlara karşı da dikkatli olalım.
Her bayramda ifade ettiğimiz dilek, bu bayramda da:
“30 Ağustos Zafer Bayramı Kutlu Olsun.”
Bu vesileyle…
Sultan II. Abdülhamit’e ve Mustafa Kemal Paşa’ya rahmet dileğimi dile getirmiş olayım.
Çam yerine… Badem dikin, ceviz dikin…
Çok dolaşan bir metin imiş, Suriye Türkmen Hareketi Lideri Abdülkerim Aga’nın iletmesi sayesinde gördüm.
İlgimi çekti.
“Çam ağaçları” meselesi…
Metni uzun uzun vermektense, “ana fikri” belirteyim:
“ABD oyunu olarak, kavak ağacına ve bilhassa da çam ağacına yöneldik…
Kavak ağacı türlü hastalıklara sebep oldu.
Çam ağacı ise bildiğimiz yağlı çıra.
Yandığında felâket.
Kozalakları yanar halde 200 metre uzağa fırlıyor, oradaki çam ağaçlarını da tutuşturuyor.
Çam ağaçlarını yaygınlaştırmak yerine…
Zeytin, ceviz, badem, incir, sakız, vs. ağaçları dikilse bol bol…
Ne iyi olur.”
Evet…
Bunca müsait alana bu ağaçlardan dikilip, köylünün ve gelen geçenin “istifadesine” sunulması fena mı olur?..
Yangına ilk müdahale!..