2'nci nükleer santrali İsveç yapsın
Türkiye’nin ve tüm dünyanın ortaklaştığı
konulardan biri resesyon bir diğeri ise enerji krizi...
"Enerji Krizi Türkiye’yi teğet
geçti!" diyebiliriz.
Çünkü, ödemeler ertelendi ve halihazırda Avrupa’nın
neredeyse yarı fiyatına kullanılan enerji ile avantajlı bir durumda
olduğumuz ortada...
Lakin 2019’da 7 milyar dolar fatura çıkan
doğal gazda o eşik çoktan 30 milyar doları aştı bile...
Çözüm ise Akkuyu’daki
gibi nükleer atılımda saklı.
Avrupa’nın da
çıktığı bu sonuç, yakın zamanda tüm dünyanın ortak değeri olmak
üzere...
Mısır’da
başlayan COP27’nin ana konusu 30 yıldır mücadele gösteren iklim
aktivistlerinin merkezine aldığı meseleler olacak.
"Kirleten öder" uygulamasını
tarihsel perspektife yaymayı kabul etmeyen gelişmiş ülkelerin COP27’de
geri adım atmaya başladığı haberleri iyiden iyiye geliyor.
Sanırım İklim aktivistleri ile nükleer
enerji konusunda bir uzlaşma zemini sağlanarak tam bir kazan
kazan politikası çıkarılacak.
Zira dünyanın artan dijitalleşme ile
gelen yükselen elektrikleşme oranlarının yanında ardı ardına
yeni keşiflerle tarihe karışan mesleklerin sayısındaki artışta
önemli payı olan otonom üretim sistemlerindeki yayılmayı
düşününce, makinelerin enerji açlığı çektiği bir dünyaya hızla
gittiğimiz açıkça görülüyor.
Her şey Matrix(!) olmak
üzere sizin anlayacağınız.
Milenyumun başında ortaya çıkan bu
metaforun makineleşmenin muazzam hızına yaptığı atıfı kimse
hafife almamalı...
TOGG’un
fabrikasını açtık.
Bu süreçte ise TESLA çoktan otonom
sürüş özellikli araçları piyasaya sürmüştü.
Geriye sadece bu araçların yakıtlarını
sağlamak kaldı.
Her yere doğal gaz ile çalışan
termik santral kuracak hâlimiz olmadığına göre tüm dünyanın tek çözümü
bizim için de kaçınılmaz olacak!..
Çok hızlı bir şekilde nükleer
santrallerimizin sayısını artırmalıyız.
Sinop ve Trakya’da
kurulacak birer santral ile 2035 yılına kadar enerji
üretimimizin kabaca yüzde 30’unu nükleer enerjiden karşılamazsak; ya
Karadeniz’de yeni bir keşif olması için “gaz duasına” çıkacağız
ya da Rusya ile ilişkilerimizi artırarak ilerleteceğiz.
Nükleer enerji konusunda teknoloji
transferine niyetli olan tek devletin Rusya olduğu
düşünülünce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya ile ikinci nükleer
anlaşmayı yapması an meselesi olabilir.
Ama her şeye rağmen Güney Kore Başbakanı'na
takılarak "Sana geleceğiz, seninle işimiz var." dediğini
unutmamak gerekiyor.
Nükleer santrallere göre eskimiş bir
teknolojiyi Türkiye’ye kuran Rusya’nın yaptığı şey menfaatini maksimize etmekse
bu sektörü oluşturamamış olmak Türkiye’nin eksikliği...
Özel sektör çok önemli...
Bir an önce nükleer enerji üretiminde daha
küçük ölçekli nükleer santral yapılmasına ön ayak olacak özel teşebbüslere
teşvikler ve izinler verilmeli...
Devlet mekanizması ile yürütülecek bu
sürecin politikadan uzaklaşması zor gibi görünüyor.
COP27 bu anlamda
politikacıların sıkıştırdığı alanları çözecek politikalara imza atmayı
sağlayacak gibi bir havada geçiyor.
Bir yandan da bambaşka bir gündem ve
fırsat var.
İsveç Başbakanı’nın
ziyarete geldiği bir süreçte NATO’ya üyelik Türkiye’nin rızasının
alınmaya çalışıldığı vakitte denklemi değiştirmek Türkiye'nin önceliği olmalı.
Tamam askeri silahlar için yasaklar
kaldırıldı.
Ama esas mesele her zaman için ekonomi
oldu.
Hatta Türkiye gibi üretim
üssü olan bir ülke için enerji olmazsa olmaz demek...
O zaman NATO şartı için
nükleer bir güç olan İsveç ile bir anlaşma yapmak neden masaya
getirilmesin?
Alan açmak ve yeni pazarlık sahaları
oluşturmak Türkiye’nin kazanımlarını maksimize etmek için kaçınılmaz olmalı...
Amaç tam bağımsız, enerji ve üretim üssü
Türkiye ise fırsatlar asla ama asla tepilmemeli...