28 Şubatta Bir Derkenar
28 Şubatta Öğrenciydik…
Beyazıt Meydanından Aksaray’a doğru büyüyerek
giden bir kalabalığın içindeydik. Kalabalık değil şuurlu bir gençliktik.
Oradaki esnaftan, eşraftan da bize katılanlar olmuştu. Polis müdürleri, bize
askerin tankları Edirnekapı’ya çıkarma hazırlıkları yaptığını söylemişlerdi. Beyazıt
Meydanından Aksaray’a ve oradan Çapa Tıp’a doğru ilk günkü yürüyüşümüzü
gerçekleştirmiştik. Sonraki günler Kocaeli’den, Sakarya’dan ve diğer yakın
şehirlerdeki üniversitelerde arkadaşlarımız desteğimize gelmişlerdi.
28 Şubatta Öğrenciydik…
Özellikle Çapa Tıp ya da gerçek ismiyle
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, 28 Şubat yasaklarının uygulandığı ilk
yerlerdendi. Ve başı örtülü doktor adayları, hemşire ve diğer sağlık
çalışanlarının ötekileştirildiği ilk yer burasıydı. Burada adeta cadı avına
çıkılmıştı. Başörtülü değil, başı açık olup da namaz kılanlar irtica adı
altında görevlerine son veriliyor, öğrenci ise öğrencilikten
atılıyorlardı.
Kolay mı şimdilerde Boğaziçi Üniversitesi modasına
uyup “kelle isterük” demek. O günlerde Kemal Alemdaroğlu silueti ceberut devlet anlayışını, bugün ise öğrencilere baklava, kadayıf
ısmarlayan rektör Melih Bulu ise devletin halkıyla insanlarıyla, barışık
yüzüydü. Ah Erbakan Hoca bugünleri görecekti. “Kadayıfın altı kızarmış”
diyecekti. Allah rahmetiyle buluştursun.
Boğaziçili bazı züppe öğrenciler okula atanmış
bir rektöre “Ey rektör seni istemiyoruz. Sen git bizim kafa dengimiz bir rektör
gelsin.” diyorlar. Biz, ise o zamanlar
“Olur mu böyle rektör?” diye marşlar söylüyorduk. Bizi okula alsın diye. Şimdi
merak ediyorum. Onlar ne söylüyorlar… Okullarından atılmıyorlar, disiplin suçu
işlemiyorlar, başörtüleri başlarından çekilmiyor, hakarete maruz
bırakılmıyorlar. Üstelik yeni atanan rektör, mesele tatlıya bağlansın diye her
gün tepsilerle baklava, kadayıf götürüyor ama hanımefendiler, bey efendiler
(!) beğenmiyor. Bu olacak iş mi.
Geldiğimiz hale bakın. Kadayıfın dibi çok kızarmış anlaşılan.
28 Şubatta öğrenciydik…
Öğrenciliğin belki en güzel zamanlarını
yaşarken hocalarımızın rahle-i tedrisinde güzel ve faydalı bilgiler devşirirken
sadece o günümüzü değil, geçmişi ve geleceğimizi de etkileyen olaylar cereyan
etmişti. Seçimle işbaşına gelen bir hükümet, alavere dalavere ile alaşağı
edilmiş. Altmışlı, yetmişli, seksenli yıllarda silahla yapılan darbeler bu
sefer silahsız yapılmıştı. Adına post-modern darbe denilmişti. Hiç unutmam
Malatya’da bir öğrenci evinde Norveçli yazar Jostein Gaarder’in “Sofie’nin
Dünyası” adlı kitabı ele geçirilmişti. Öğrenciler, bu kitap yüzünden okuldan
atılmıştı. Darbeyi yapanlar hem cahillerdi hem de gaddar.
28 Şubatta öğrenciydik…
O zamanlarda Batı Çalışma grubu ve bu gurubun
aktif üyesi Çevik Bir ismiyle tanışmıştık. Bir telefonuyla, gazeteleri,
televizyonları, yazarları hizaya getirebiliyordu. Bir emri ile manşetleri
değiştirebiliyordu. Ona karşı gelen usta yazarları işinden edebiliyor, algı
operasyonuyla onların itibarlarını yerle bir ediyordu. Sonra Yargıtay
başsavcısı Vural Savaş’ı tanımıştık. Bunun en önemli görevi seçimle işbaşına
gelen bir partiyi kapatmak olmuştu. Kemal Gürüz, YÖK Başkanı, Kemal Alemdaroğlu
İstanbul Üniversitesi rektörü ve yardımcı Nur Serter ile birlikte üniversitede
meşhur “ikna odaları” oluşturup. Bayan
öğrencileri 1930’lu yılların çağdaşlık seviyesine getirmek istiyorlardı. Yıl
1997 ve onlar 1930’lu yıllara gitmek istiyorlardı. Bizlere ise neden irticacı
dediklerini hala anlamış değilim. Galiba onların ki yakın geçmişe dönüş yaptıklarından
“irtica”dan sayılmıyordu. Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya, bardağı taşıran içki kadehiyle başbakanlık
toplantısında yer almak istemişti. Onun bu çağdaş(ı)lık hamlesi darbenin ilk
sinyaliydi. Müslüm Gündüz, Fadime Şahin, Ali Kalkancı ise koronun diğer
solistleriydi. Kemal Sunal filmlerindeki kötü karakter imam ya da hacı hoca rolünü
iyi çalışmıştı Müslüm Gündüz. Galiba ona meşhur Sisi (Seyhan Soylu) lakaplı bir
medya menajeri de tutulmuştu. Fadime Şahin ise tarikatçılar tarafından nasıl kandırıldı
rolüyle dindar insanları itibar suikastine uğratıyordu. Ali Kalkancı’yı
anlatmama gerek var mı, bilmem. Merkez Bankasının paraları Murat Demireller,
Dinch Bilginler ve diğer medya patronları tarafından (ç)alınıp bunlara üleştirmişlerdi.
28 Şubatta öğrenciydik…
Bu hükümetin suçu neydi? Bu hükümeti suçlayan
erkin kendinde böyle bir kuvvet bulması aslında romanlara, hikâyelere konu
olacak bir şeydir. Bu konu edebiyat dünyasında yerini alacak ve gelecek
nesillere ders kitabı şeklinde aktarılması gerekir, diye düşünüyorum.
İsmet Özel’in Faydasız Yazılar adlı kitabında
Macar psikiyatrist Thomas Szasz’dan devşirdiği bir söz vardı. Affet ama
unutma…
Akılsız adam ne affeder ne unutur. Saf yürekli
adam önce affeder sonra da unutur. Bilge adam ise affeder ama hiçbir zaman
unutmaz. İnşallah biz üçüncü grupta
bilge adamın davranışını edineceğiz.
Affedeceğiz ama unutmayacağız. Hakkımızı da
helal etmeyeceğiz.