Dolar (USD)
35.00
Euro (EUR)
36.55
Gram Altın
2944.95
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
26 Şubat 2019

28 Şubat’ın meyveleri

Coğrafyamızı İsrail’in arzusu doğrultusunda şekillendirmek için yapılan operasyonlar arasında en belirgini 28 Şubat olmuştur. Finansı İsrail’den Kriptosu ABD’den sağlanan operasyon öncesinde, Genel Kurmay’a birifing veren ABD heyeti, Şeriat’ın dünya açısından ne denli tehdit olduğunu İran ve Suudi Arabistan’dan örnekler vererek anlatmış, RP iktidarının Türkiye’yi sürükleyeceği tehlikelerden korunmak için orduya balans ayarı yapma görevi verilmişti. Beşi bir yerde denilen STK temsilcileri ve kifayetsiz siyasetçilerin de devreye girmesi ile bin yıl süreceği ilan edilen bir ortamda Anadolu İslamı kuşatmaya alınarak giyim kuşam ve din öğretimi dahil bütün değerlerimiz laikliği din düşmanlığı olarak algılayan bir güruh tarafından fütursuzca ayaklar altına alınmıştı.

İran ve Suudiler siyonizme hizmet ediyor

Siyonistlerin hegemonya savaşında tek başarısız olduğu ülke ise Türkiye olmuştur. Suudi Arabistan ve Mısır çoktan teslim olmuş, İran ise ümmeti bölmek için göstermelik hedef olarak tamamiyle pasifize edilmiş durumdadır. Siyonizmin verdiği hegemonya savaşı cephe savaşından çok inanç ve yaşam biçimimizi de hedef alan ideolojik örgü içinde düşmanı kendi içinde üreten topyekün bir savaştır. 1979 yılında Hümeyni’yi İran’a getirerek ‘Velayeti Fakih’merkezli kurdurulan siyasi sistem, Suudi Arabistan’ın öncülüğünde yaptığı selefi-vehhabi anlayışı ile çarpıştırılarak oluşturulan kaos ortamında İsrail’i İslam coğrafyasında rahat hareket edebileceği alanlar açılmaya çalışılmıştır. İran ile Suudi Arabistan’ın ortak noktaları ise, geleneksel İslamın kurduğu, medeniyet, kültür, mimari dahil herşeyin inkar edilmesidir. İran’ın Velayeti Fakih anlayışı Şii’likten gayrısını batıl saydığı ve rejimi şii yayılmacılığı esasına dayalı olduğu için, Vehhabi Selefilik de sözüm ona Hülafai Raşidin’den sonra oluşturulan İslam medeniyetini inkar ettiği için, ümmetin yüzyıllardır oluşturduğu mirası reddederek bu coğrafyayı İsrail’e ve haçlılara peşkeş çekiyorlar.

Cihad adı altında terör

Osmanlıya isyan ederek Ümmeti başsız bırakan Vehhabilik dün olduğu gibi bugün de batının emrine amade olarak Suud ailesinin saltanatını korumaya matuf bir anlayışla Kudüs dahil İslamın bütün kutsallarına savaş açmış bir yapıya hizmet ediyor. 1900’lü yılların başında coğrafyayı İngilizlere peşkeş çeken Vehhabi ekol günümüzde reformist, cihatçı ve medhali İslamcılığa evrilmiştir. Rusya’nın Afganistan’ı işgaliyle ABD eliyle kurulan El Kaide, İsrail için tehlike olmaya başlayınca cihadcı islama savaş açılarak yerine medhali yorumu oturtulmuştur. Reformist cihadcı İslamcılar El Kaide’den DEAŞ’a evrilirken, Medhali Vehhabi ekolü, Siyasi otoriteye sorgulamadan iteati savunan ve muhalefeti haram gören bir anlayış içinde Suudi tahtını korumaya yönelik bir harekete dönüşmüştür. Bu anlayış Körfez savaşında ‘müslümanlar ile savaşmak için gayrimüslimlerden yardım istemeyi’ caiz saymış. Sivil ve siyahi her türlü muhalefeti dinden çıkma sebebi olarak görmüştür. Bu yüzden tüylerimizi diken diken eden Kaşıkçı cinayetini bile kendi toplumlarına anlatmışlardır. Mutlak otorite olarak Batı, ABD ve İsrail’i gördükleri içinde meşru seçilen Mursi’yi fitneci olarak göstermişler, darbeci Sisi’ye itaat edilmesi gerektiğini, Sisi’nin darbesine karşı gelenlerin ise İdam edilmesi gerektiği yönünde fetvalar yayınlamışlardır. Tıpkı, Mavi Marmara’da FETÖ elebaşının İsrail otoritesine itaat fetvası gibi. İsrail’i otorite sayan FETÖ’nün Türkiye’yi otorite olarak görmemesi ilginç değil mi?

FETÖ’nün iktidar mücadelesi

28 Şubat anlayışı dünyada, DEAŞ, Boko Haram, Hizbullah, Haşdi Şabi gibi versiyonlar üretirken ülkemizde ise FETÖ terör örgütünü yine dini bir yorum üzerinden üretmiş ve kullanmıştır. 28 Şubat sürecinde yükselen İslami dalganın önünün kesilmesi için topluma zerkedilen laikçilik zehri, insanımızı kendine getirmiş, AB ve batı karşıtı görüşler üzerinden yükselen Milli Görüş hareketinin siyasi versiyonu, Türkiye ve Türk insanı için AB ilkeleri olarak revize edilerek toplumun nefes alması sağlanmıştır. Toplumun islami yönelişleri karşısında, ordu içinde iktidar savaşları başlatılmış, 28 Şubatçıların tasfiyesi kendileri gibi Amerikancı olan FETÖ’cüler eliyle gerçekleştirilmiş, FETÖ’cüler ise 15 Temmuz’da yedikleri şamar ile kıçlarının üstüne oturtulmuştur.

Erdoğan güçlü lider

Gelişen süreç Tayyib Erdoğan’ın sürekli yıldızını parlatmış, gerek Türkiye’deki vesayet yapılarına gerekse dünya Siyonist hegemonyasına karşı direnebilen tek siyasi lider haline getirmiştir. Erdoğan’ın siyasi başarısında, Türk devlet aygıtının, temelde İsrail-ABD eksenine karşı olmasa da İsrail’in amacına ulaşmak için Barzani ve PKK’yı kullanmaya çalışması sebebiyle bu savaşta kerhen de olsa Erdoğan’ın yanında yer alması ve ABD-İsrail bloğunun darbesini savuşturacak kadar güçlü halk desteğine sahip olmasıdır.

31 Mart beka seçimi

AK Parti içindeki ve dışındaki Erdoğan karşıtları ekonomik saldırıyla ne kadar halk desteğini kaybettiğini gözlemleyecek, başarılı olurlarsa aynı cenahtan saldırılarını sürdüreceklerdir. Erdoğan’ın seçimlerde başarısız olması durumunda ise Türkiye ‘Beka’ sorununa varan problemlerle boğuşmak zorunda kalacaktır. Fikir fahişeleri, muhalif eda ile caka satan entel dantellerin anlamadıkları, ‘kişiye ya da zümreye özel çıkarların üstünde ya da onlarla çelişik bir kamu menfaati her zaman var olabileceğidir. Mesele devletin bu kamu menfaatini nerede aradığıdır. 28 Şubat sürecinde TC devleti, ali kamu menfaatini yerli gericilerle mücadele ederken stratejisini İsrail-ABD eksenine dahil olmakta görmüştü. Tıpkı şimdi Suudi Arabistan, Mısır ve Körfez ülkelerinin, siyonizme teslim olmaları gibi. Vesselam…