Dolar (USD)
35.21
Euro (EUR)
36.80
Gram Altın
2975.69
BIST 100
9722.85
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
26 Ağustos 2021

28 Şubat'ın İzleri

Türk demokrasisi açısından halkın bilinçlenmesinde 28 Şubat zulmünün önemi inkar edilemez. 28 Şubat’ta hedef alınan siyasilerin uzlaşmacı tutumları toplumsal kaosun önünü tıkadı. Yaşanan mağduriyetler, insan hakları ihlalleri, kızların eğitim haklarının elinden alınması, düşünce ve inanç özürlüğüne vurulan prangalar, kadınlar, kızlar ve başörtüsü üzerinden toplumu sindirme girişimleri sonucunda milyonlarca drama şahitlik ettik. Başörtülü olduğu için tedavi edilmeyen, duruşmadan kovulan insanları gördük. Başörtüsü zulmünün ortadan kalkmasına kadar toplumun bir çok kesimi 28 Şubat’ın rüzgarından etkilendi. Yani 28 Şubat bin yıl süreceği kurgulanan bir baskı rejiminin adıydı.

28 Şubatçıların ilerlemiş yaşlarına rağmen cezalarını çekmesi için hapishanelere gönderilmesi toplumun çeşitli kesimlerini rahatsız etmiş. Af istiyorlar af. Ancak Bu affı hiçbir zaman ceza alanlar istemedi. Hiçbir zaman toplumdan, zulmettikleri insanlardan özür dilemediler. Dileyeceklerini de zannetmiyorum.

Tartışmalara konu isimlerden biri de dönemin dirayetli paşası Çevik Bir. Bir, yaş haddinden emekli edildikten sonra veda ziyaretleri arasında İstanbul Valiliği’ni de aldı. Malum CNR yönetim kurulu üyesi ve oradan 28 Şubat’ın sivil ayağını oluşturan sözde legal özde illegal (BÇG ve uzantıları) gibi örgütlere kaynak transfer etmesi lazım. CNR’ye ayrıcalık için vilayetin kapısını çalıyor. Görüşmeden sonra gazeteciler içeri alınıyor. Fotoğraflar çekiliyor. Soru cevap faslı başlıyor. Paşa’ya peşi sıra iki soru sordum. Birinci soru TSK’dan emekli edildikten sonra ne yapacağı, nelerle meşgul olacağı. Bu soruya, torunlarımı seveceğim, güzel bir bölgede güzel bir hayat yaşayacağım diye cevap vermedi. “Bugüne kadar silahlı kuvvetlerin emrinde çalıştım, bundan sonra demokrasinin emrinde çalışacağım” diyordu. Resmi her hangi bir görev istemediğini, 28 Şubat post modern darbesinin topluma hazmettirilmesi için sivil toplum kuruluşları kanalıyla yapacakları çok iş olduğunu anlattı.

Valinin protokol odasını buz kestiren ikinci soruya geçtim. Efendim demokrasiye hizmet edeceğinizden söz ediyorsunuz. 28 Şubat’ta demokrasiye vurduğunuz darbeden, hükümeti alaşağı etmeye çalışmaktan dolayı pişman mı oldunuz? Cümleleri çıktı ağzımdan yarı yarıya kekeleyerek. Paşa bir anda celallendi, kükredi. “Ben ne yaptıysam Cumhuriyetin ve demokrasinin ilelebet yaşaması için yaptım” diyordu özetle. Atatürk ilkelerini, Cumhuriyetin faziletlerini, gericilerin aslında demokrasiyi yıkmak için demokrasiyi kılıf olarak kullandıklarını anlattı, en az yarım saat, hışım ve celalle. Bizim gazete haberi ‘pişman değilmiş’ diye kısalarda gördü. Sözde özgür özde brifing basınından onca kamera televizyon, gazeteci kendilerine göre bu deli saçması soruya haber değeri yüklemediler.

28 Şubat ile 15 Temmuz arasındaki fark kurmay zeka farkıdır. 28 Şubat’ı yapanlar belirli bir kurmay zekaya sahiptiler. Yani yapacakları hareketin toplumsal karşılığını hesaplıyorlardı. O yüzden toplumun kılcal damarlarıyla oynarken bile darbeyle yönetimi toptan ele almaya cesaret edemediler. İstediklerini Demirel’e yaptırdılar. 15 Temmuzcuların, hesap hatası ise, milletin arzu ve isteklerinin Erdoğan’ın şahsında simgeleştiğini, Erdoğan’ı ise yaverinden, cumhurbaşkanlığı koruma alayına kadar kuşattıklarını düşündükleri için toplumsal tepkiyi hiç hesap etmediler. O yüzden de pervasız oldular. Ve kaybettiler. Millet kazandı.

Şimdi gelelim efendim yaşları ilerlemiş bu zevatı cumhurbaşkanı affetsin mi, affetmesin mi? Meselesine. Tabiki ortada bir hukuk kararı varken, yaşanmış milyonlarca mağduriyet varken, Cumhurbaşkanlığının takdirine kimse bir şey demez. Ancak bu af meselesini dillendirenlerin asıl amacının milletin arzu ve istekleriyle simgeleşen Tayyip Erdoğan markasını milletin gözünde zedelemek olduğu gerçeğidir. Ayasofya’nın ibadete açılışına misilleme olarak Ekrem İmamoğlu’na Heybeliada Rum Okulu’nu restore ettirenlerin, Türk milletini var eden özünden, kültüründen (dini, gelenekleri, örf-adeti) koparma çalışmalarını fasılasız sürdürdüklerini unutmayalım. Yıllarca devlet ile millet arasında oluşturdukları uçurumlar sayesinde Türkiye’yi sömürenler yine devlet ile millet arasında, hendekler, duvarlar, uçurumlar oluşturma arzusundalar. O yüzden, Erdoğan deyince, ilk kullandıkları kelime saray, tek adam. Erdoğan’ın milletin emrine amade ettiği devleti, millete karşı, milletten ayrı, millete düşman gibi gösterme sevdasındalar. Erdoğan eskiden milletin adamıydı, şimdi devletin adamı oldu, etrafı menfaatperestlerle sarıldı, milletin sesini artık duymuyor. Argümanlarını topluma boca ediyorlar. Daha şimdiden Erdoğan sonrasının hesaplarına başladılar. Hergün ayrı bir tezviratı piyasaya sürüyorlar. İngiliz savunma bakanının yapmadığı bir açıklamadan dolayı bile Karabağ, Akdeniz, Libya, Suriye ve Irak’ta emperyalizme kök söktüren Erdoğan’ın emperyalizme boyun eğdiği algısını oluşturmaya çalışıyorlar. Mısır’da Türkiye ile menfaatlerini birleştiren Mursi’ye karşı nasıl darbe yaptılarsa, Tunus’da Türkiye ile savunma ittifakı kurmak isteyen yönetime Cumhurbaşkanı darbesi yaptılarsa, bugün savunma silahlarını Türkiye’den alacağını açıklayarak, batı çıkarlarını zedeleyen Bangladeş için de aynı adımları atarlar. Türkiye ile çalışan Pakistan, Azerbaycan, Katar ve Somali’ye söylemedikleri laf, atmadıkları iftira kaldı mı?

Türkiye için geliştirdikleri üç senaryo var, erken seçim, demokrasi dışı yöntem, veya 2023’ü bekleyerek zeminin olgunlaşmasını sağlayamak, Erdoğan’a sandıkta darbe vurmak. 28 Şubatçı paşalar Adli Tıp’tan alacakları sağlık kurulu raporlarıyla cezaevinde kalmamanın yollarını zorluyorlar. Cumhurbaşkanı 28 Şubatçıları affederse, demokrasi dışı yöntemlere başvurabileceklerin veya zeminin olgunlaşması için eylem ve söylemlerle görevlendirilmişlerin ekmeğine yağ sürer. 28 Şubat’ın yeniden hortlamasına vesile olur…. Vesselam…..