28 Şubat sürecinden
28 Şubat 1997'de Milli Güvenlik Kurulu'nda alınan kararlarla ülkemiz yeni bir sürece girdi. Artık "topyeku00fbn savaş" ilan edildi ve genç kızların az bir kısmının başında bulunan yarım metrelik bez en büyük düşman ve önemli sorun sayıldı. Ülkenin başka derdi yoktu sanki. Bütün enerji ve güç başörtüsüyle mücadeleye harcandı. Herkes başını açarsa ülke gül gibi olur, huzur ve mutlulukla dolar, füze hızıyla kalkınmış ülkeleri anında geçerdik. Bize böyle anlatılıyordu.
Ne günlerdi o günler! Burada bazı acı ve ilginç olaylarla dolu hatıralarımı yazmak istiyorum.
Değişen Profil
O günlerde muayenehanenin bekleme odasına girince hep başı açık hanımların olduğunu gördüm. Halbuki normalde, muayenehane Fatih'te bulunduğundan kapalı hanımlar olurdu.
Muayene odasına giren ilk hastam 20 yaşlarında genç bir kızdı. Başladı anlatmaya:
"Siz böyle olduğuma bakmayın, aslında başım kapalıydı. Ama üniversitede okuyabilmek için açmak zorunda kaldım. Azap çekiyorum, bunalımdayım."
Daha sonra 40 yaşlarında bir hanım efendi içeri girdi:
"Siz böyle olduğuma bakmayın, aslında başım kapalıydı. Ama kocam komiser olduğu için açmak zorunda kaldım. Azap çekiyorum, bunalımdayım."
Derken kocası astsubay olan ve öğretmen olup da başını açmak zorunda kalan iki hanım daha içeri girdi.
28 Şubat süreci maalesef cinsiyet ayrımcılığı yaptı ve kadınlara yüklendi. Onları bunalıma soktu, ruh sağlığıyla oynadı.
Muayenehanemin profili aynıydı, 28 Şubat'la görüntüler değişmişti.
Hızlı Müfettiş
Çalıştığım hastaneyi müfettişler bastılar. Yolsuzluk mu vardı? Hayır. Hastane iyi hizmet etmiyor, hastalara yararlı olmuyor muydu? Hayır.
Olay şuydu: Hemşireler arasında peruklu olan iki üç kişi vardı. 28 Şubat süreci kızcağızların başını açtırmış, şimdi onlarla uğraşıyorlardı.
Hele biri vardı ki gerçekten sürecin "örnek" müfettişiydi. Hemşire lojmanlarına baskın yapıyor, tekmeyle hemşirelerin odasını açarak kızların saçına yapışıyordu. Mahremiyet nedir bilmiyor, kızların bağırışlarına aldırmıyordu.
Arada çok değil 6-7 ay geçti, gazetede bir haber ilgimi çekti:
"Müfettiş suçüstü yakalandı. M.Ö. adlı müfettiş devlet malını peşkeş çekmek için verilen rüşveti alırken polislerce suçüstü yapıldı, kelepçe takılarak cezaevine yollandı."
Bahsedilen bizim 28 Şubatçı hızlı müfettişti. Başörtüsüyle mücadele ederken malı götürmüştü.
Ama Talebe
Gözleri görmüyordu ama zihni ışıl ışıldı. Bu haline rağmen üniversite sınavlarında Hukuk'u kazanmış, 3. sınıfa kadar gelmişti. Başarıyla öğrenimine devam ediyordu.
Başörtülü annesi onu hergün fakülteye getiriyor, hukuk talebesi ama genç dersleri böylelikle dinliyor ve akşam annesi tekrar alıyordu. Sistem kurulmuş, gencin avukat olmasına az kalmıştı.
Ancak o sırada malum rektör koltuğuna oturdu ve başörtülü öğrencileri okula sokmamaya başladı. Ama gencin annesi de başörtülü olduğu için kampüse alınmadı. Kadıncağız ağladı, sızladı, kapıdakilerin vicdanlarını yumuşatamadı. "Doktor bey" diyordu, "Ben genç kızlığımdan beri başımı kapatırım, bu yaştan sonra nasıl açarım? Oğlumu kim fakülteye götürecek şimdi?"
Bu malu00fbm rektör çok beddua aldı çok.
Ayşe'nin Dramı
Muayenehanede oturduğu koltuğa adeta gömülmüştü ve kederli ifadelerle, ağlamaklı ses tonu ile anlatıyordu.
"Doktor bey, ben Bulgaristan muhaciriyim. 93'te Türkiye'ye geldik. Şu an 23 yaşındayım ve birkaç sene ara verdikten sonra üniversiteye kaydoldum. Halen başarı ile devam ediyordum. Malu00fbm rektör hadisesine kadar. Kayıt için gittiğimde beni bir komitenin bulunduğu odaya aldılar. Kah alay ettiler, kah tehditu2026 yapacak, birkaç cümle söylemek dışında bir şey yoktu. Başörtümü çıkarmamı istiyorlardı. Başörtümü yani kimliğimiu2026 bedduadan başka, nefretimi içime akıtmaktan başka, başka ne yapabilirdim kiu2026 dünya küçüldü, küçüldü, adeta altında ezildim."
Ayşe hıçkıra hıçkıra ağlarken devam ediyordu:
"Bütün bunlar bana Bulgaristan'da zalim Jivkof'un yaptıklarını hatırlattı. O zaman beni yine çağırmışlar ve yine bir komitenin önüne çıkarmışlardı. Aynı sırıtkanlıkla, adeta domuz gibi şişkin bir Bulgar, üstten emir aldıklarını ve bunu uygulamak zorunda olduklarını söylemişlerdi. Ama beni sevdikleri için değişecek ismimi kendimin seçebileceğimi eklemişlerdi. Onlara anne ve babamın bana güzel bir isim seçtiğini, bu isimden memnun olduğumu söyledim. Fakat emir emirdi. Şefleri alaycı bir ifadeyle, "Ayşe'ye Anna yakın, senin adın artık Anna" dedi. Doğduğumdan beri taşıdığım adı değiştiren bu heyet, kimliğimi ortadan kaldırmaya çalışan bu çağdaş kadınları çağrıştırdı bana. Ama onlar Bulgar'dı, domuz yiyen Türk düşmanlarıydı. Ya şimdiki komite?"
Ayşe'nin dramı büyüktü, ama zalimler onun gözyaşlarından korkmalıydı.
Mühim Değil
5 Şubat 1999 günkü Posta ve Radikal gazetelerinde aleyhimde "üfürükçü doktor" diye kampanya başladı. Bu olay şahsım için bazı sıkıntılarla beraber birçok rahmete de vesile oldu.
28 Şubat'ın hızlı zamanıydı. "Üfürükçülük" suçlamasıyla hakkımda açılan soruşturmanın ne aşamada olduğunu öğrenmek için ilgili bakanlık yetkilisine gitmiştim. Genelde muhafazakar yapılı insanlardan oluşan bu daireye girerken yeni müdüre selam verdim, "tünaydın" diye cevapladı. "Müdür bey, hakkımda bir soruşturma vardı da" diyecek oldum. "Ha, şu yanınızda çalışan memureye sarkıntılık suçu mu? Mühim değil, ondan bir şey çıkmaz" şeklinde cevap verdi:
"Yok, benim işlediğim iddia edilen suç üfürükçülük" dedim. "O suçu çocuk kliniği şefi işlemişti, çok şükür benim öyle bir durumum yok, olmaz da" deyince sırıtan müdür birden ciddileşti ve dedi ki:
"Doktor bey, suçunuz hakkında soruşturma sürüyor. Siz Atatürk Türkiye'sinde nasıl böyle bir şey yaparsınız?"
Tefeci Doktor
Dostluğumuz üniversite yıllarına dayanıyordu. Sık olmasa da görüşür, sohbet ederdik. Siyasete, milletvekili olmaya çok hevesi vardı.
Sonra bir gün tefecilik ve sahtekarlıktan mahkemelere düştüğünü, üç beş yıl hapis cezası istendiğini gazetelerden okudum. Karşılaştığımızda sordum ve şu cevabı aldım.
"Bu benim siyaset kariyerime olumlu bir tesir yapar. Çünkü günümüzde irticadan damgayı yedin mi işin biter. Ama tefecilikten yargılanan irticacı değildir. Bu yüzden irtica ile ilgimin olmadığı ispatlanmış olması açısından bu durum lehimedir."
Ekleyecek bir söz bulamadım.