28 Şubat: Bir mazi hikâyesi mi?
Hamdolsun ki “bin yıl sürecek” denilen 28 Şubat, oyun kurucuların tüm plânlamalarına rağmen bitip gitti. Ardında binlerce mağdur, korkunç bir ekonomik kayıp, fişlenmiş insanlar, kurumlar, iflasa sürüklenmiş işletmeler, dünyaları karartılmış, eğitim hayatları bitirilmiş binlerce kadın bırakarak…
Bir darbenin yaptırımlarının artık bitmiş olması darbenin etki ve izlerinin ortadan kaldırıldığı anlamına gelmiyor. Zincirleme etkiyle 28 Şubat’ın kaç hayatı bitirdiğini, sarstığını, yok ettiğini söyleyebilmek imkânsız…
Bu izleri, 28 Şubat’ı yaşamış insanlar olarak hâlâ iliklerimize kadar hissetmemiz normal! Sokakta, medyada işi artık başörtülü avı boyutuna getirmişlerin darbeci erke, en sağlam ve güvenilir kişi olduğu mesajını vermeye çırpınmasını öyle hemencecik unutacak değiliz!
İşlerinden okullarından atılanlar dışında her yerde/alanda başörtülüye saygının sıfırlandığı “Fadime Şahin” yollu sözlerle tacize, hakarete açık bırakıldığı zamanları…
Toplumsal linçin nasıl aniden, kolayca ortaya çıkabildiğini, tek bir işaretle yönlendirildiğini tecrübe etmenin şaşkınlığını…
Yeşil sermaye fişlemesi
Yeşil sermaye fişlemesiyle afişe edilip iflasa sürüklenen işyerleri, konu komşunun selamı sabahı kestiği dindar aileler, kapısına kilit vurulan imam hatipler…
Verilecek örnek çok! Fark etmediğimiz etkiler, gözden kaçırdığımız sorun ve sıkıntılar, aklımızdan çıkmış -belki de çıkmasını istediğimiz- sarsıntılar, travmalar, silkelenişler…
O günleri yaşayanların tanıklığı, yeni 28 Şubatlara karşı bir endişe ve teyakkuz halini ortaya çıkarmış olsa da “artık bu ülkede darbeler dönemi bitti, postmodern darbeyi de tükettik” önermesinin yanlışlığını 15 Temmuz darbe girişimiyle tecrübe etmedik mi?
Evet, 28 Şubat bitti, bin yıl sürmedi! Lakin gizli ve açık 28 Şubat sevicilerinin içimizde hayli yekûn tutarak var olduklarını ve intikam almak için uygun fırsat beklediklerini hepimiz bilmiyor muyuz?
Bunca yıllık iktidara rağmen her zemin ve ortamda sadece hükümeti değil hükümet mantalitesini, yani ona rey veren insanı yok sayan, küçümseyen tutumu hangimiz görmüyoruz? Markette, kamu kurumlarında, okullarda, üniversitelerde, belediyelerde hâsılı gittiğimiz/bulunduğumuz her mekânda ait olduğumuzu düşündükleri siyasi görüşe, iradeye yönelik acımasız ve çoğu kez mantıktan uzak salt muhalefet etme arzusuyla savuşturulan kibir yüklü eleştiriler, hadsiz davranışlarla karşılaşmayanımız var mı?
Öfke kusan insanlar
Sahi, sadece ve sadece başörtülü olduğumuz için direkt bu yollu saldırıya geçen, olur olmaz yerde tercihimizi ve iktidar eleştirisi yapma hakkını kendilerinde bulan, dudak büken, aşağılayan, öfke kusan insanların eylemleri, 28 Şubat mantığının neresinde durur?
Çalıştıkları AK Partili belediyelerde, iktidarın kendisine çalışan, idareci olma imkânı sağladığı kamu kurumlarında dahi “bir gün lazım olur” diye insanları fişleyen, doküman toplayan, kendilerince aleyhte delil olabilecek belge devşiren tiplerin yaptığının 28 Şubatçılardan ne farkı var?
Aradaki tek fark, birinde imkânların haiz olması diğerinde henüz olgunlaşma, şartların uygunluğunu bekleme zarureti (!) değil midir?
28 Şubat’ın muhatapları olan bizler, bu korkunç darbeyi çocuklarımıza dahi anlatıp öğretememişken bitmez bir umutla yeni darbe bekleyen güruhun azim ve kararlılığını nasıl kıyaslamak lazım!
Eh, bizler “Artık başörtüsü mağduriyeti yok, o günler bitti” rahatlığıyla seküler hayatlarımızın güzelliklerine dalmayı tercih ederken piyasadaki darbesevicilerin bitmez bir hevesle rövanş peşinde koştuklarını göremiyor olmamız normal tabii…