20 Yıl Önce, 20 Yıl sonra…
Bundan
20 yıl önce… Ekonomik kriz, yoksulluk, çaresizlik ortamında doğanlar…
O
günlerde bebeklik, çocukluk dönemlerinde olanlar…
Yakın
geçmişe dair bir şeyler duyarlar da, bizim hatırladıkça hissettiklerimizi
hissedemezler.
O
günlere yaşamadılar ki…
Ve
onlara güzel güzel anlatılmadı ki!..
Bu
yapılmış olsaydı, pekçok sıkıntının önüne geçilmiş olacaktı ama nedense
yapılmadı.
“Yapılamadı”
diyelim, daha iyi.
*
Bizim
çocukluk yıllarımızda, nesiller arası iletişim epeyce güçlüydü.
Dedelerimiz,
ninelerimiz, amcalarımız, dayılarımız, teyzelerimiz, halalarımız, tatlı komşularımız
bizlerle güzel güzel sohbet eder, yaşadıklarını anlatırlardı.
Ben
Rahmetli Babaannem’den, “Merhum Sultan
Abdülhamit’in Dönemi”ni çok dinlemişimdir.
Merhum
Menderes’in Başbakanlık yılları ve dâvâ arkadaşlarıyla birlikte katledilişi
hakkında birçok hatıra işitmişimdir.
Geçmişle
bağımın kesilmesine mâni olan büyüklerim vardı benim.
*
Bir
vakit oluyor, memleketin dört bir yanından seçilerek kahramanlık destanlarımızın
yazıldığı yerlere götürülen ve milli bilinç aşılanmaya çalışılan gençlerden bir
grupla aynı masayı paylaştık.
Masada,
ekranlarda sık sık gördüğümüz bir “Devlet
Adamı” da vardı.
Lâf
lâfı açtı, konu “nesiller arası iletişim”e geldi.
Masadaki
“orta yaşlılardan” biri, bu alanda
çok kötü durumda olduğumuzu söyledi.
Sayın
Devlet Adamı, bu görüşe pek katılmadığını ifade etti.
“Orta Yaşlı Bey”,
“Bakınız efendim,”
dedi ve ekledi:
“Buradaki gençler tercih edilmiş
gençler, milyonlarca gencin arasından
seçilmiş ve bu etkinliğe kabul edilmişler. Şimdi müsaadenizle
kendilerine ‘28 Şubat tarihinin
akıllarına neyi getirdiğini’ soracağım. Bakalım, nasıl cevaplar gelecek?”
“Orta
Yaşlı Bey!” sorusunu sordu.
Masadaki
8 gençten biri, “Şubat ayının son günü,
dört yılda bir 29 çekiyor bu ay!” diyerek cevap verdi..
Gerisinden
ses çıkmadı.
Biraz
düşünmelerini bekledik.
Cevap
gelmedi.
Böyle
olunca, “Orta Yaşlı Bey” sorusunu
değiştirdi:
“Peki, 14 Şubat denince aklınıza
ne geliyor?”
Suskun
gençler bir anda hareketlendi.
“Sevgililer günü!”
sesleri masamızı şenlendirdi.
Hani,
yabancı filmlerde “karizmatik”
avukatlar vardır,
“Başka sorum yok!” diye bitirir,
havasını atarak!
“Orta Yaşlı Bey”,
Muhterem Devlet Adamı’na öyle baktı.
*
Bir
şeylerin koptuğu, nesiller arası iletişim kanallarının büyük ölçüde tıkandığı, nine
ve dedelerin azaldığı, komşulukların bitme noktasına geldiği bir ortamda
yaşıyoruz.
Okumak
derseniz yok gibi, “asosyal medya”
hepimizi esir almış durumda.
Geçtiğimiz
günlerde, Türkiye’den de milyonlarca genç hayranı olduğu söylenen Bangtan Boys
yani BTS adlı K-Pop denilen akımın en büyük temsilcisine bir sözlü saldırı
olmuş.
“Irkçı saldırı”ymış.
Bir
baktım, sosyal medya bununla çalkalanıyor.
Çok
heyecanlı bir “genç hayran kitlesi” var ekibin.
Bizler,
bu heyecan milyonda birini veremiyoruz gençliğe.
Belki
de bizdeki heyecan çok azalmıştır, sıkıntı buradadır!
Gençlerin
büyük bir bölümü, bizim tartıştığımız meselelere çok uzaktan bakıyor, şöyle göz
ucuyla takip ediyor.
Bu
aşağı yukarı her kesimden genç için böyle.
Bir
bölümü, hayatın epeyce uzağında.
Hayata
tutunmak isteyen genç ise, “Aman şu üniversite bitse de şöyle
evlenebilmeme, yuvamı geçindirebilmeme yarayacak bir iş bulabilsem!” diye
kara kara düşünüyor.
Giderek
dikleşen hayat yokuşuna bakıp bakıp hüzünleniyor.
“Abi, iş arıyorum tecrübeli eleman
istiyorlar. İşe giremeyince nasıl olabilirim ki?” diyenleri
görüyorum.
“Kardeş, tecrübe tecrübedir, 1
sıfırdan iyidir! Kendini vasıflı eleman olarak görme, bir işe neresinden
girersen gir, zamanla kendini gösterirsin!” dediğimde de,
“üniversite mezunu sendromu” dikkat çekiyor:
“Bunca yıl boşuna mı dirsek
çürüttük abi, iki lâfı bir araya getiremeyenlerden emir mi alacaz!”
Gençlerin
“hayat kavgasına” girmeyi düşünenlerinin büyük bir bölümü, vakitlerinin
tamamına yakınını “düşünmekle”
geçiriyor.
Eğitim
sistemimiz de, onlardan “Hindi gibi
düşünen, papağan gibi söyleneni tekrarlayan!” insanlar olmalarını istiyor!
En
güzel yıllarını elinden aldığı gençlerin kahir ekseriyetini “vasıfsız elemanlar” olarak mezun
ediyor.
Plânsız,
programsız açılan bölümlerden mezun olanlar, piyasaya atılmaya çalıştıklarında
büyük bir istihdam fazlasıyla karşı karşıya kalıyor.
Bunalım
büyüyor!
Sıkıntılı
dönemlerde, insana moral verecek büyükler lâzım.
Bundan
çok değil, 30 yıl önce tavırlarıyla bize örnek olan, bizi heyecanlandıran “aydınların”, hatta siyaset adamlarının
sayısı az değildi.
Şimdilerde
bu konuda da kıtlık var gibi.
Çoğu
sanatçı, gazeteci, akademisyen, “politika arenasının çekişen taraflarından
birine” atmış kapağı, oradan ilerlemeye çalışıyor.
Kariyerler,
“her şeye karşıtlık” ya da “her
şeye yandaşlık” üzerinden örülmeye çalışılıyor.
Ekranlarda
sözde tartışanlar, birbirlerini pek dinlemiyor, karşı tarafın ne söylediğini pek
dikkate almıyor, sadece “kendi
tribünlerine” daha doğrusu, “kendilerini
oralara taşıyan birilerine” mesaj yollamaya gayret ediyor.
“Doğruya
doğru” demenin, “kitabın ortasından”
konuşmanın gayretinde olanlara da “dokuz köy” tarifesi uygulanıyor.
Ben,
gençlik yıllarımda çok saygı duyduğum en az iki yüz büyük şahsiyet tanıdım.
Bugün,
ya bunların sayısı çok azaldı ya da çoğu bastırıldı, kenara itildi, “onuncu köye” çekildi.
Böyle
olunca da, gençlik, kendisine rehberlik edecek “günümüz aydınlarından” büyük ölçüde mahrum kaldı.
*
Evet
efendim böyle…
Birçok
olumsuzluk var ama..
Anadolu’nun
güzel ruhunun beslediği çok güzel gençlerimizin sayısı da az değil.
Geçtiğimiz
günlerde, bu gençlerden birine rastladım.
İki
sene sıkı çalışmış, hafız olmuş.
Okulunda
başarılıymış.
Zararlı
maddelerden uzak durduğu gibi etrafındakileri de uzak durmaya teşvik ediyormuş.
Çok
genç, çok.
Bana
dedi ki,
“Amca, sizin kuşak her şeyden
şikayet ediyor! Oysa, yapılabilecek çok şeyler var. Annelerin, babaların çoğu
çalışıyor, çocuklarıyla ilgilenen pek yok. Ben, annelerinin babalarının ilgi
göstermediği çocuklarla tanıştım. Sevgiye, kardeşliğe muhtaçlar. Kendilerine
dost elinin uzanmasını bekliyorlar. Sizler gençlere gitmezseniz, gençler size
gelmezler. Öyle değil mi amca?”
Diye
sordu.
Tebessümle,
“Dersim var, yetişmem lâzım amca,
Allah’a emanet ol!” dedi.
*
Dersine
giderken bana güzel bir ders verdi!