17-25 Aralık’ta Rahmi Turan nerede durdu?
İnsan, duruşu ile bilinir, tanınır.
Olaylar karşısında nerede durduğu onun kişiliğini ortaya çıkarır, inancını ortaya koyar, hesaplarını, isteklerini gösterir.
Önemli bir olay yaşandığında kimin nerede durduğu her zaman önemlidir. Bu tür durumlardaki duruş, kişinin kendisi hakkında tarihe düşürdüğü önemli nottur.
Bir sorun yaşanmadan bir topluluk, örgüt, cemaat, cemiyet hakkında her şeyi bilmeniz, herkes ya da her kesim hakkında bilgi sahibi olmanız beşeri imkânları aşan bir durumdur. Lâkin kişi, grup, örgüt, cemaat bir olaya sebep olduğunda artık onları tanımak kolaydır ve onlar hakkında sahih bir fikriniz, kanaatiniz oluşur.
Meselâ biz dindar insanlar, Fetullah Gülen’in emrindeki savcıların Hakan Fidan’ı ifadeye çağırdıkları tarih olan 7 Şubat 2012 tarihine kadar “Fetullahçılar” dediğimiz ve sonradan FETÖ olarak adlandırdığımız örgütün bu kadar tehlikeli, çok çok gizli ajanda sahibi bir örgüt olabileceğini düşünememiştik. Her ne kadar yüzlerce arkadaşla birlikte 30 yıldan bu yana, “Fetullahçılar, Türkiye’deki İslamcıların önünü kesmek için CIA VE MOSSAD’ın kurduğu bir cemaattir” dediysek de kamuoyu önünde dilimizi ısırırdık. Şahsen benim de kimi zaman Fetullah Gülen için “Hocaefendi”, ya da “Muhterem Hocaefendi” demişliğim olmuştu. Neticede dindarlığı ile bilinen, bu özelliği ile tanınan biri için kamu önünde dindarların hitabı bu şekilde olmalıydı. Bugün de kendilerinden hazzetmediğimiz ve belki de ilerde ciddi sorunlara sebebiyet verecek bazı dindar şahsiyetler için ‘Sayın/Muhterem’ diye bahsediyor olmamız ayrı bir paradoksumuzdur. Bu konularda özeleştirimizi yaptık, yapacağız.
***
Lâkin… Lâik, seküler, solcu, sosyalist, ateist ya da Kemalist olduklarını iddia edenlerin en uzak oldukları ve “dinci” dedikleri kişi ve yapılanmalara sıcak bakmaları, o yapının başı için “Hocaefendi” diyerek ondan övgü ile bahsetmeleri alışılageldiğimiz bir durum değildi. Üstelik bunların 17/25 Aralık 2013’ten sonra, yani Fetullahçıların hükumete kumpas kurduğu tespit edildikten sonra, yukarıda saydığım kesimden birileri onlara övgülere devam ediyorsa burada ciddi bir sorun var demektir.
Bu uzunca girişi neden yaptım?
Dün 17 Aralık 2013 tarihli emniyet ve yargıdaki FETÖ’cülerin başlattıkları kumpasın 6. Yıldönümü idi. “Yolsuzluk” diyerek başlatılan kumpas ve operasyonla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı devirmeyi hedefleyen PDY elemanları, sonraki haftalarda MİT Tırları üzerinden ülkeye ve devlete operasyon çekerek hükûmeti devirmeyi, devleti uluslararası arenada mahkûm etmeyi planladılar.
Anlayacağınız, 17 Aralık 2013 sabahı FETÖ’cü emniyet ve yargı elemanlarının hükümeti düşürmeye yönelik başlattıkları operasyon 25 Aralık günü yeni bir dalga ile devam etti. Akabinde MİT tırları şehirlerarası yollarda ve zorla durdurularak arandı. Artık sadece AK Parti değil, Türkiye, tarihinin dışarıda planlanmış en ağır iç saldırısı ile karşı karşıya kalmıştı. O günlerde her birimiz yavaş yavaş olayın perde gerisini görüp FETÖ’nün İsrail ve ABD destekli bir operasyonun maşası olduğunu söyledik ve bu olay karşısında derhal Türkiye Cumhuriyeti’nin meşru ve seçilmiş hükümetinin yanında durduk.
***
Peki, bu süreçte kendilerine Kemalist diyen kimi zevat, mesela Rahmi Turan nerede durdu?
Merak ediyorsanız beraberce bakalım, bakalım ki o gün yaşananlarla bugünlerde yaşadıklarımızın benzerliğini görelim.
Rahmi Turan, 1995’te değil, 25 Aralık 2013 günü Sözcü Gazetesindeki köşe yazısında:
“Ülkede müthiş bir yolsuzluk ve rüşvet fırtınası patlak veriyor… Deliller inkâr edilemez biçimde gözler önüne seriliyor… Bizim başbakan hırsızlığı yapanlara değil, onları yakalayanlara kızıyor…”
Rahmi Turan peş peşe yazdığı yazılarda FETÖ’nün hükümete ve devlete düzenlediği kumpastan sitayişle bahseder durur. Yazılarının sonuna da mutlaka paralelcilerin 17/25 Aralık kumpasını destekleyen bir karikatür koyardı.
Sadece bu mu?
O gün AK Parti’den istifa edenleri yere göğe sığdıramıyordu Sayın Turan. Geçmişte AK Parti’de başbakanlık, bakanlık yapmış Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan’ın AK Parti’den istifa ederek yeni parti kurmalarından övgü ile söz eden Sözcü Gazetesi, o gün de İdris Naim Şahin gibilerini yere göğe sığdıramıyordu.
Rahmi Turan da ‘TOKMAK’larında paralel yargı için, “Lütfen ’bunlar paralel yapı’ vs gibi varsayımlarla gülüp geçilesi yollara tenezzül etmeyin!” dedikten sonra, “Tek yol yargıya başvurmaktır” diyerek FETÖ yargısına arka çıkıyordu. Halbuki Rahmi Turan’lar, 2007’den sonra Fetullahçı hakim, savcı ve polislerin ERGENEKON operasyonlarında neler yaptıklarını çok iyi biliyorlardı. Bunu bile bile o günkü yargıya güvenmesi, dahası övmesinin başka bir anlamı olmalı değil mi?
Yazı uzadı, devam edeceğiz inşaallah. Ancak şunu kısaca yazmadan yazıyı bitirmek istemiyorum:
O gün kumpası destekleyen, yayan, algı konusunda paralel yapıya yardım eden kim varsa bugün de aynı şekilde Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısında yer alıyor.
Çünkü Amerika böyle istiyor.