15 Temmuzlar
Türkiye’nin kaderi mi yoksa ruhun mekana, zamanın coğrafyaya verdiği cevap mı bilinmez ya burada bütün temmuzlar sıcak geçer. Hele yakın tarihimiz temmuz ayının facialarıyla doludur: 2 Temmuz’da Madımak Oteli, 5 Temmuz’da Başbağlar faciası yakın tarihimizin önemli katliamları arasında yer alır. 15 Temmuz ise kelimenin gerçek anlamıyla ülkenin topyekun işgal girişimidir. Bunların hepsi temmuz ayının toprağa yönelttiği alazdan çok daha ateşli, çok daha kömür karası, çok daha ciğer dağlayıcı hadiseleri… Bunlardan ilk ikisi terör veya kışkırtılmış belli grupların ihanetiyken sonuncusu doğrudan doğruya devleti hedef alan bir darbe girişimidir.
Hazırlayanlar baştan beri bilse de maruz kalanların ancak yüz yüze geldiğinde öğrendiği büyük felaketler gibidir darbeler. Deprem, sel, grizu ve salgın hastalıklar gibi dünyanın her hangi bir yerinde, ilk kıvılcımla birlikte harekete geçen, zamanla devasa bir yıkım gücüne ulaşan bütün doğal felaketler gibi darbeler de ilk nerede, ne zaman ve nasıl bir aklın ürünü olduğu bilinmeden ateşlenir, kendi mecrasında akmaya başlar ve patladığı noktadaki bütün düzenekleri altüst eder. Belki de bu yönüyle doğal olmadığı halde doğal afetler gibi yıkıcı iz bırakan en belirgin toplumsal hastalıklardan biridir. Yıkıcılığı öngörülemezliğinden, gelişini haber vermemesinden ve önlem alınamamasından kaynaklanır. Zaten salgın hastalıklarla benzerliği de buradan gelir.
Darbe bir ruhsal hastalıktır ve bütün hastalıklar gibi sadece zarar vermek üzere yola çıkar. Kendi doğrusu dışındaki hiçbir doğruyu kabul etmez, kendi doğrusunu dayatmak için her türden yöntemi meşru görür. Devleti devasa bir toplumsal düzen olarak düşünürsek o düzenin içinde, o düzene aykırı, o düzenin yıkılması için çöreklenen bir ur, bir kanser hücresi, bir virüs olarak da tahayyül edilebilir darbe. Tek amacı vardır: Kurulu düzeni yıkmak, oradaki hiyerarşiyi dağıtarak yeni bir düzen ve yeni bir hiyerarşi oluşturmak… Darbeyi yapanların egemen kılınmaya çalışıldığı, tasarlayanların tahakkümünde, gerçekleştirenlerin buyruğunda yeni bir çarpık düzen arayışı… Sağlıklı aklın yerine hastalıklı olanı, sağlıklı bünyenin yerine çürük bünyeli, her bir organın kendi işlevini, kendine ait sorumlulukla yerine getirdiği işleyişin yerine bütün organlarına tek bir gücün emir verdiği, dolayısıyla organizmanın kilitlendiği yeni ve insanlık özüne aykırı bir sistemi yerleştirmenin adıdır darbeler. Bu sebeptendir ki hiçbir zaman hiç kimse, hiçbir mahfil ve çevre hiçbir darbeyi meşru, makul ve hatta masum gösteremez, göstermemelidir. Velev ki darbenin geliş biçimi, darbeye maruz kalanlardan birilerinin işine gelsin, işini görsün… Bütün darbeler akıl karşıtıdır, dolayısıyla şizofren bir ruhun, akla karşı olan aklın ürünüdür.
Darbe aklı, şizofreniden beslendiği için öngörülebilir değildir; ne zaman, ne yapacağı belli olmaz. Başarısız olanları zaten belasını buluyor. Sözüm ona başarılı olanların da artık harcanacak hayat kalmadığında kendini imhaya dönüştüğünü, darbelerin eninde sonunda kendi çocuklarını yediğini tarih bize defalarca söylemiştir. Hastalıklı akıldan sağlıklı akıl, hastalıklı eylemden sağlıklı sonuç, hastalıklı bünyeden sağlıklı bünye çıkmaz. Hastalık, yeni hastalıkları doğurur. Darbe bir hastalıktır ve dünyanın hiçbir yerinde, hiç kimseye fayda getirmemiştir. Aklın kısa devre yaptığı süreçlerde karanlıktan başka ne beklenebilir ki?
Türkiye, 2016 yılında hastalıklı bir zihnin yıllarca biriktirdiği tortularla, kangrenleşmiş hücrelerini harekete geçirerek devasa bir bünyeyi sallamasının, yere düşürme girişiminin pratiğine sahne oldu. Temmuz ayları sıcaktır. Ancak 15 Temmuz gecesi temmuzun şanına yakışır şiddette daha da sıcak geçti ve gece uzadıkça uzadı. Neredeyse bitmeyecek sanılırken ansızın şafak söktü, aydınlık sökün etti ve ağaran günle beraber ülkenin kaderi de ağarmaya başladı. Elbette sabaha kadar kan ter içinde kalmanın o kendine özgü yorgunluğunu da yanına alarak. Elbette geceyi aydınlatmak için güneşi çağıran yiğitlerin hayatı pahasına. Elbette aramızdan bazılarımızın geceyi gündüzle onarmak için bir daha hiç kavuşamayacağı organlarını yitirme pahasına. Ama oldu işte. Gün ağardı, bütün o hafakanlar, bütün o kötü rüyalar sonlandı. Şimdi, bundan sonra yapılacak olan ise bir daha gelmemek üzere ülkedeki darbe iklimini de darbe üreten tortuları da darbe zihniyetlerini de ortadan kaldırmak, büyük bir ıslah hareketi başlatmaktır. Varılan noktada bu konuda hiçbir şey yapılmadığı da yapılanların yapılması gerekenler olduğu da abartıdır. Bir şeyler yapılmış, belli oranda bir yol alınmıştır. Ancak darbe gecesinin ruhuna uygun, darbe gecesinin özverisine yakışır biçimdeki bir mücadeleden bahsetmek de mümkün değildir. Mesele güvenlik meselesinin, kriminalize edilmiş dar bir alanın sınırlarına sıkıştırılmıştır. Oysa darbenin hemen ertesinde yine bu köşede yazdığım gibi sadece güvenlik tedbirleri olası yeni darbeleri ertelemekten başka bir işe yaramaz. Kökünden çekmedikçe bir dahaki sene ayrık otları yeniden talan eder bahçeyi. Meselenin psikolojik, teolojik, pedagojik, sosyolojik, kültürel ve siyasal boyutlarını da kısa, orta ve uzun vadeye yayıp bütün yönleriyle ele almadığımız sürece kat ettiğimiz mesafe ne kadar büyük olursa olsun her zaman başa dönme riski vardır.
Doğanın değişmeyen kuralıdır: Çıkış zor, uzun ve zahmetlidir, düşüş kolay ve anidir. Öyle bir strateji geliştirmeli ki her adımda o gece hayatını yitirenlerin ruhu sızlamak yerine şad olsun! Biz bunun için mi hayatımızı ortaya koyduk değil, biz bunun için hayatımızı ortaya koyduk demeli o gecenin kahramanları. Şehitlerimize bir kez daha Allah’tan rahmet, gazilerimize bir kez daha baki şifa dilerim. İyi ki vardınız, iyi ki varsınız. Var olun. Hep.