Dolar (USD)
34.61
Euro (EUR)
36.25
Gram Altın
2922.27
BIST 100
9659.96
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
13 Eylül 2020

12 Eylül Öncesinde ve Sonrasında Ben!

Dile kolay, tam 40 sene geçmiş üzerinden…

Kenan Evren ile CIA’nın diğer “iyi çocukları”, “emir ve komuta zinciri” içerisinde yönetime el konulduğunu açıkladıklarında, gençliğe yeni yeni adım atmış vaziyetteydim.

Darbeye giden yolda, beni “yanlış yollara sapma” diye ikaz edecek büyüklerim yoktu etrafımda.

“Ailem” yurt dışındaydı ve ben orada burada büyütülüyordum.

Kaldığım” mahallelerde yaşıtlarımın ve benden birkaç yaş büyük olanların çoğu tezgâhlara düşürülmüşlerdi.

Gıcır gıcır Mersedesli büyükleri, onları ölüme çağırıyorlardı.

Amerika ile Rusya arasındaki kavga, buraya böyle yansıyordu…

Kitapla, ilimle, irfanla uğraşması gereken gençlerin dünyaları karartılıyordu.

“İyi şeyler yapıyorum” zanneden gençler, birbirlerini boğazlıyor, CIA güdümündeki darbecinin günün birinde keyifle ve gururla anlatacağı “Şartların olgunlaşmasını bekleme” oyununda kullanılıyorlardı.

Ben o günlerde işin “CIA” tarafına pek akıl erdiremesem de, ortada “kullanma-kullanılma” durumlarının olduğunu görebiliyor, sağdan ve soldan uzak duruyordum.

Bundan dolayı da “Sen Sev Gençsin Oğlum” diyordu “arkadaşlarımdan” bazıları bana.

O günlerde, tek kanallı, siyah beyaz televizyonumuz vardı.

Gazeteleri, çoğunlukla da Hürriyet Gazetesi’ni komşulardan okurduk…

Dönemin güçlü siyaset adamları, “Demirel, Ecevit, Erbakan, Türkeş, Bozbeyli, Feyzioğlu”arasındaki atışmaları ilgiyle tâkip ederdik…

Pamuk ipliklerine bağlı koalisyonlar kurulurdu…

Memlekette huzur, güven, istikrar namına bir şey yoktu…

Tüp ve yağ kuyrukları ikinci, üçüncü adresimizdi…

Her gün her şeye zam gelirdi…

Her gün ortalama 20 vatan evlâdı “teröre” kurban verilirdi…

Davutpaşa Lisesi’ndeki “Din Hocamız” sınıfta vurulmuştu, yanımızda oturan arkadaşımızın bacağını “kaza kurşunu” delmişti.

Okulumuzun etrafında sık sık çatışmalar olurdu ve derslere sık sık ara verilirdi.

Bu hengame içinde tuhaf bir mutluluğumuz vardı;

Mahalleye gittiğimizde, olan biteni bakkallarımız Merhume Hamide Teyze’ye, Merhume Tahsin Amca’ya ve diğer komşularımıza anlatmaktan “çocukça” zevk alırdık.

Apartmanlarımızın “bomba ihbarlarından dolayı” boşaltılması bize heyecan verirdi.

Türkiye’nin CIA ayarlı darbeye gittiğini ve esas hedefin Türkiye’yi “küresel kapitalizme” sıkı sıkıya yapıştırmak olduğunu o günlerde nereden düşünebileceksin…

Allah korudu, o en deli dolu günlerimizde “çatışmalardan” uzak kaldık.

Mahallemizin en bıçkın, en solcu gençlerinden birine yıllar sonra, Sultanahmet’te rastladım.

O günleri andık.

Dedi ki, “Serdar, sen daha o yaşta çok doğru düşünüyormuşsun. Bizi kullandılar, kullandılar, belâlalara bulaştırdılar ve bir kenara attılar. O günlerde, ‘kahrolsun kapitalizm’ diye diye kapitalizme hizmet ediyormuşuz meğer. Nereden bilebilirdik ki?”

Evet, ben de bunun böyle olacağını bilmiyordum.

Allah korudu işte, kendi kendime hep, “Bunların da, bunlarla çatışanların da gittikleri yol yol değil!” dedim.

Ve 12 Eylül 1980.

Askerler sokaklarda.

Sokağa çıkmak yasak, mahallelere ekmek arabaları geliyor.

Biz, “bomboş sokaklarda” top oynamaya bayılıyoruz.

Arkadaşlarımızı, arkadaşlarımızın ağabeylerini, ablalarını jandarmalar alıp götürüyor.

Okullar kapanıyor, sonra açılıyor.

Her koridorda askerler.

Okula “subaylar” gelip gidiyor

Sokaklarda askeri araçlar, adım başı kimliğimiz soruluyor.

Sonra, “demokrasiye” geçiş…

Merhum Özallı yıllar…

Merhum Özal, darbeci Kenan Evren’i öpüyor, askeri “şortla” denetliyor…

Sonra…

“Çikita Muz”la tanışıyoruz.

“İthal ayakkabılarla”…

Döviz taşımak artık serbest, ithal ürünler çok pahalı ama çok serbest.

Adidas Top-Ten’i alan havasını basıyor…

“Evlerinizdeki bütün ışıkları yakın!” deniyor.

Harca Türkiye!” deniyor.

İnsanlar borç harç tüketiyor.

Türkiye “Papatyalar”la tanışıyor, “Hediye Jaguarlar”la…

Evde hep beraber zevkle yenen “küçük karpuzların” yüzüne bakan olmuyor artık, herkes en büyüğünü en büyüğünü istiyor!

Tüketiyoruz, fakirsek de borçlanarak!..

Sonra…

Solcu denilenlerin yaptıklarını görüyoruz; “aşk skandalları” patlıyor, İSKİ’nin kanalizasyonları patlıyor.

“Aslan Sosyal Demokrasi” etrafı çok kötü kokutuyor.

Pisliği ortadan kaldırmak, Sayın Erdoğan’a düşüyor.

Aralarda bir sürü renk var…

Mesela…

Mesut Yılmaz’ı tanıyoruz, Tansu Çiller’i tanıyoruz…

Conrad’lardan, ‘Yalı’lardan sesleniyorlar bize.

Sonra, Rahmetli Erbakan’ın tırnaklarıyla kazarak ulaştığı “iktidar”…

Sonra, yine darbe.

Ara dönem hükümetleri …

PKK “ikinci tehlikeliğe” terfi ettiriliyor!..

Bir Kur’an Kursları kapanmasın, İmam Hatipler kapanmasın, kız çocukları okullarından olmasın, Türkiye savunma sanayinde dışarıya muhtaç halde kalmasın diye uğraşırken...

FETÖ kendisine alan açıyor…

Biz, “hakimiyet kayıtsız şartsız milletin olsun” diye uğraşıyoruz.

Biz uğraşırken, kimileri “eyyamcılık” yapıyor.

Bugünün “en bi Tayyip Erdoğancı” takılanlarından birçok tanıdığım, o günlerde bize çakıyor, “Niye askeri bu kadar kızdırıyorsunuz!” makamında.

Sonra sonra…

Büyük işlerin yapıldığı Ak Parti dönemi geliyor.

Sayın Erdoğan iyi gidiyor da, sonradan iyice görüyoruz ki, etrafı “FETÖ” unsurları tarafından kuşatılmış.

O günlerde, FETÖ medyasının en böyyük adamlarının dibinden ayrılmayanların önemli bir bölümü, vakti gelince “En bi kahraman, en bi Tayyip Erdoğancı” oluyor.

Yiğidin az bulunduğu zamanda “tırsanlar”, yiğidin harman olduğu zamanda ortaya çıkıyor, parsayı topluyorlar!..

Başörtüsü mücadelesi “kazanılıyor” bu arada, her yerde serbest oluyor başörtüsü

Tesettür” ise ufak ufak eriyor…

Bir taraftan büyük işler yapılıyor memlekette, güzel işler…

Diğer taraftan da, ailemizin zemini oyuluyor, eğitim ne yerli ne de milli, kültür derseniz “oryantal” kıvamında.

Memleketin başı belâda, gözlerimiz elbette “bekâ”da.

Yıkıcı muhalefet yıkmak için var gücüyle saldırıyor.

Biz yıkılmasın diye mücadele ederken, “içeriyi” de uyarmaya çalışıyoruz…

Amma velâkin, “eyyamcılar” yaman!..

Eyyamcılar, çaktırmadan zemini oyan!..

12 Eylül’ün üzerinden 40 yıl geçmiş, 28 Şubat ise 23 yıl geride.

Bugün…

Yine “bıçak sırtı”ndayız.

Bundan 40 yıl evvel, “bıyıkları yeni tellemiş” bir delikanlı iken olan biteni epeyce anlamlandırabilen ben…

Bugün, bu yaşımda, büyük zorluklar çekiyorum.

28 Şubat’ta “darbeciler ve darbe karşıtları” olarak gayet net iken saflar, şimdiki karmaşadan çıkmanın mücadelesini veriyorum.

Bugünün hemen her tarafı kuşatan “ince ayarlı” operasyon ortamında…

Tıpkı 12 Eylül öncesinde yaptığım gibi “Geri çekilip seyretmek” mi? doğru olan, yoksa tıpkı 28 Şubat sürecinde yaptığım gibi “Kolları sıvayıp ortalığa dalmak” mı?..

15 Temmuz Destanı çok şanlıydı, o günlerden bugünlere neler yaşandı?

Bunların tefekküründeyim.

Kolayca, tek kalemde verilen bütün cevaplara mesafeli bir şekilde…

“Ne yapmak gerektiğini” düşünüyorum.

Zira…

Malûm;

Yapmanız gerekirken yapmadıklarınız kadar, yapmamanız gerekirken yaptıklarınızdan da sorumlusunuz!..