Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
12 Eylül 2023

​12 Eylül... Öncesi ve sonrasıyla ABD Darbesi!

Kenan Evren ve kafadarlarının memleket yönetimine el koymalarının yıldönümü.

İngiliz Yayın Kuruluşu BBC’nin gizlilik kararının kaldırılmasından sonra yayımladığı ABD Dışişleri Bakanlığı Belgeleri, darbenin “ABD yönlendirmesiyle” yapıldığını net bir şekilde ortaya

koyuyor.

O zamanlar CIA’nın Türkiye’den sorumlu şefi olan Paul Henze, ABD Başkanı Carter’e “Bizim çocuklar başardı!” diyerek müjdeyi verdiği yolundaki iddianın “Mehmet Ali Birand’ın uydurması” olduğunu öne sürmüştü ama…

İfade nasıl olursa olsun, belgeler darbenin ABD Patronajı’nda yapıldığını gözler önüne seriyor.

Belgelerden birinde, dönemin ABD Büyükelçisi James Spain, darbecilerin tamamıyla yakın ilişkiler içinde olduklarını ve NATO’ya bağlılıklarından şüphe etmediklerini söylüyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın darbenin hemen ardından yayımladığı bildiride darbecilere tam destek vermesi, “Türkiye’nin ekonomik istikrara kavuşması için yardıma devam edeceklerini” açıklaması da, bu işin nerede pişirildiğini ortaya koyuyor zaten.

Darbeciler, Türkiye’ye demokrasi getirmek için el koymuşlar yönetime.

Irak’a, Afganistan’a da demokrasi götürdüler ya,işte öyle bir şey!..

E, tabii…

Türkiye’ye demokrasi getirilmesi ya da götürülmesi için zeminin iyice hazır hale getirilmesi lâzımdı.

Bunun için de Kenan Evren’in ifade ettiği gibi, “şartların olgunlaştırılması” gerekiyordu.

Malûm, 12 Eylül 80’in şartlarının iyice olgunlaştırıldığı son süreçte, “iktidarda” Süleyman Demirel’in azınlık hükümeti, ülkenin tamamında da sıkıyönetim vardı.

Hükümet, Kenan Evren’in bir dediğini iki etmiyordu, zaten edebilecek durumda da değildi.

Dolayısıyla, “anarşi olayları”nın son bulması için yapılması gerekenleri yapma yetkisi Kenan Evren ve ekip arkadaşlarının elindeydi.

Elindeydi ama o yetkiler hiç kullanılmadı.

ABD taktiğine uyuldu, Kenan Evren’in itiraf ettiği gibi, “şartların olgunlaşması” beklendi!

Geçmiş dönemin belgeleri, şahitleri, şartların olgunlaşmasını beklemekle de yetinilmediğini, darbeye uygun ortamın oluşması için “müdahalelerde” bulunulduğunu ortaya koyuyor.

Devrik Başbakan Süleyman Demirel’in sonraki süreçte, Kenan Evren ve ekip arkadaşlarına yönelttiği

“Siz 11 Eylül 1980’de Antalya Tapu Müdürü müydünüz?” sorusu çok şey anlatıyor aslında.

Demirel’in “o dönemi” anlatan fıkraları da meşhurdur.

Mesela “Ahtapotun Kolları” başlıklı şu fıkra:

Tom isimli delikanlı, kız arkadaşı Mary’ye, “Ah sevgilim, biliyor musun, ben ne olmak istiyorum?” demiş.

Mary merakla sormuş:

-Ne olmak istiyorsun Tom’cuğum!

-Ahtapot olmak istiyorum Mary’ciğim.

-Niçin ahtapot olmak istiyorsun Tom’cuğum?

-Ahtopot olursam, o zaman birçok kolum olur, ben de seni böylece birçok kolumla sarmış olurum.

Bunu duyunca, burun kıvırarak demiş ki Mary:

-Hade ordan! Sen önce iki kolunla sar da!

Vaziyet belli:

Kenan Evren ve ekibi, ellerinde yetki olduğu halde, günde 20 kişinin hayatını kaybettiği olaylara müdahale etmedi.

Ahtapotun kolları, ortalığı “yatıştırmak” için değil , “karıştırmak” için kullanıldı!

12 Eylül’de darbe yapılır yapılmaz da, nasıl olduysa, olaylar şıp diye kesildi!..

Ve Kenan Evren günün birinde,

“Bir sağdan bir soldan astık ki, ayrım yapmış olmayalım!” diyerek ne kadar “adaletli darbeciler” olduklarını , zamanın yargısının nasıl işlediğini gözler önüne serdi!

DARBE VE KÜÇÜK ŞAHİTLİKLERİM!

12 Eylül 1980.

Ben 15 yaşındaydım.

15’ini doldurmak üzere olan bir genç.

“Şartlar olgunlaştırılırken” ben o karışık sokaklardaydım.

Annem babam yoktu, ben orada burada kalıyordum.

Ortam çok tehlikeliydi, mahalleden birilerinin vurulduğu haberi geliyordu sık sık.

Caddelerde bombalar patlıyordu.

Özellikle “bankalardan uzak durmamız” söyleniyordu, oralar çok daha sık bombalanıyor diye.

Din Bilgisi öğretmenimizi sınıfta şehit etmişlerdi.

Sohbet esnasında olaylarla hiçbir alâkası olmayan yanımızdaki arkadaşı bacağından vurmuşlardı, kaza kurşunuymuş, anarşistler başkalarına atarken bizimkine gelmiş.

Böyle bir ortam vardı.

Sokaktaki vatandaş, daha doğrusu sokağa çıkmaktan korkan vatandaş, bir an evvel bir şeyler yapılmasını ister ruh haline sokulmuştu.

Darbe bildirisi okunduğu an, etrafımda bir “rahatlama” olduğunu hatırlıyorum.

“Oh, iyi oldu!” sesleri kulağımda.

Kimi Ecevit’e yüklüyordu kabahati, kimi Demirel’e, Erbakan’a, Türkeş’e…

Çoğu da hepsine!

“Şartları olgunlaştırılanlar” kahraman edasıyla dolaşıyordu etrafta!..

Kenan Evren, fötr şapkasıyla, tren pozlarıyla “ikinci Atatürk” dedirtmeye çalışıyordu kendisine!

Vatandaşın psikolojisi, darbeyi memnuniyetle karşılar hale getirilmişti.

O zamanlar, darbe karşıtlarından pek yoktu etrafımızda.

Ya da vardı da, söyleyemiyorlardı.

Mahalledeki çocuk yaşta da sayılabilecek genç erkekler, genç kızlar evlerinden alınıyor, “ciplere” bindirilerek bir yerlere götürülüyordu.

O zamanlar, “Sen oralarda buralarda, annesiz babasız büyüdün, nasıl oldu da anarşi olaylarına katılmadın, birilerinin tezgâhına düşmedin!” derlerdi bana.

Sebebini bilmezdim.

İlgimi çekmiyordu diyelim, insanların sokaklarda birbirlerini öldürmelerine anlam veremiyordum.

Aynı memleketin, aynı havayı teneffüs etmiş, aynı suyu içmiş insanları niçin birbirlerine giriyorlardı?

Neyi paylaşamıyorlardı?

Sloganlar anlamsız geliyordu, dillerinde “solcu, sağcı marşları”, kasılıp duran çocukların hallerine de gülüp geçiyordum.

Acayip havalara girmişlerdi.

Kendilerini “dâvâ”ların vazgeçilmezleri gibi görüyorlardı.

Onlar, “şartların olgunlaştırıldığı” süreçte, kendilerinden istenenleri farkında olmaksızın yaparken, ben de farkında olmaksızın uzak kalmıştım olaylardan.

“Ot gibi” yaşadığımı söyleyenlere de aldırmıyordum, varsın olmasındı havam!

Sonra sonra…

Darbe Anayasası ‘nın gündemde olduğu süreçte, bu işlere yakından ilgi duyar oldum.

ABD’nin darbe emrini vermesinin en önemli sebebinin, Türkiye’nin Batı’ya tam olarak bağlanması olduğunu, o zamanlarda idrak etmeye başladım.

Yunanistan’ın NATO yolunu, darbenin hemen ardından açmıştı darbeciler.

Geçmişte de yaşanır, kesemezsin dünle irtibatını.

Gerilere döndüm.

Kore Gazisi Merhum Babam’a “Oralara niçin gittiniz, ne için savaştınız?” diye sorduğum günlere.

İşte, Rusya tehdidine karşı NATO korumasına girebilmek için bunu yapmaya mecbur kalmışız.

Yoksa Rusya tepemize binebilirmiş!

“Senin oraya gitmen kura ile mi oldu?” diye sorduğumda da…

“Hayır, geldiler. Baktılar, şöyle yapılı, gösterişli olanları seçtiler.” dedi.

X

12 Eylül Darbesi’nin önde gelen amaçlarından birinin de, bizleri “serbest pazar ekonomisine” entegre etmek, birer tüketim canavarı haline getirmek olduğunu o süreçlerde düşünmeye başladım.

Her şeyi tüketen canavarlar; Aile’yi, arkadaşlığı, dostluğu, sokağı, mahalleyi, esnafı…

Koca bir kültürü!..

Anadolu’yu!

Aradan bunca yıl geçti işte…

Ben, 58’i devirdim.

Bugün…

Geldiğim noktada…

12 Eylül'den bu yana yaşananların büyük bölümünü yakından tâkip etmiş bir gazeteci olarak...

Koca bir kitap yazmak istiyorum.

Beni tutan, “Bu toplum yazacaklarımı hazmedebilir mi?” endişesi!..

“Küreselleşmenin hız kazandığı” ve bütün ulusları, devletleri yutmak için kocaman ağzını iyice açtığı bir süreçte, kafayı taşın altına koymak da boyna borç!

Çok az kişinin beni anlayacağı günlere yaklaşıyorum galiba!..