1 Mayıs
“Bugün “Mayıs Bir”!
Bir Mayıs’ta İstanbul
Bizim olmuş gibidir!”
Nazım Hikmet
Alınlarda
ter. Gözlerde ışık. Yüreklerde umut.
Dillerde hak. Gönüllerde birlik. Meydanlarda haykırış. Gökler apaydınlık. Bulut
yok. Güneş var. Coşku var. Türküler gümbür gümbür bizi söylüyor. Bugün 1 Mayıs.
Bugün
bayram! Bayramlar ikram mıdır, intikam
mıdır, intihar mıdır, isyan mıdır? Nedir 1 Mayıs’taki şenliğin anlamı? Kim
verdi bugünü, kim aldı bu bayramı? Kim ve kimler düştü yollara? İşçi kimdi? Hak
ve adalet neydi? Evet, unuttuğumuz kavramlar bunlar. Belki de unutturulan
kavramlar. Zira birilerini fena hâlde tedirgin eden kavramlar. Kurşun gibi
saplanır “adalet”, bomba gibi düşer “hak”, sarsar “eşitlik” ve boğar “alın teri”.
İşçinin
karargâhı yüreğidir. O yürekte ancak adalet, emek ve ekmek vardır. Helalinden
ekmek ve su için soğukta, sıcakta emek verilir, ter akıtılır. Peki, emeksiz ekmek alınır mı? Kim, kime
verir emeksiz ekmeği? Biraz bunu düşünelim mi? Bugünü, işçinin bayramını,
birliğini, gücünü ve sevincini anlamaya çalışalım. Geliniz, bugün birilerini
tedirgin edelim. Burası meydanımız olsun
ve sözümüz ok gibi saplansın birilerinin kalbine. Ve Hz. Peygamberin sözünü
hatırlatalım: "İşçinin ücretini teri kurumadan önce veriniz."
Terler
kurumadan hak edilen veriliyor mu? Yoksa alınıyor mu? Tüm dünyada sermayeyi
elinde bulunduranlarca lütufmuş gibi verilen hak. Oysa işçinin harcadığı ömür
karşılığında değil midir sizin rahatınız? Yaşadığınız lüks evler, bindiğiniz
arabalar, giydiğiniz kıyafetler tanımadığınız bir işçinin akan terinin
karşılığında değil midir? Peki, siz bunu biliyor musunuz? Biliyor musunuz gece
gündüz çalışan bir işçinin yorgunluğunu,
uykusuzluğunu?
En
güzel, en pahalı, herkesin giyemeyeceği bir kıyafetin hikâyesini bilir misiniz?
En zenginin fiyakasını attığı, farklı göründüğü, farkını, gücünü gösterdiği o
kıyafetlerin hikâyesini bilir misiniz? Hangi yollardan ulaşmıştır size? Şükran
Kurdakul “Diyorum” isimli şiirinde bu
hikâyenin bir bölümünü şöyle aktarır:
“Durdum baktım,
içlenmekse herkesler içleniyor/Bir diyorum, göz kapaklarına yazık/Bir diyorum
diz kapaklarına/Düşüversem evimin sokaklarına bir/Bir diyorum Asiye’min sıtma
iğnesi/Bir diyorum yoksulluğun buncası/Bir diyorum onca dokumanın parası/Elimize
binde kaçı verilir”
Bugün
tedirgin edelim doğduğu toprakları unutanları, geldikleri mahalleyi
tanımayanları, mahalle arkadaşlarına sırtını dönenleri. Tedirgin edelim, lüks
makam arabalarında gezenleri. Tedirgin edelim, işçinin sırtından servetine
servet katanları. Hakça bölüşmeyenleri tedirgin edelim. Hatta onları yerinden
edelim, yüzlerine vuralım hırsızlıklarını, hukuksuzluklarını. İtirazımız isyana
dönsün, alın terimiz sel olup coşsun ve korksun çalanlar, açığa çıksın
yalanlar!
Ekmek
uğrunadır işçinin ömrü. Bilir servet sahipleri, bilir güçlüler, bilir her
otorite sahibi işçinin ancak ekmeğini düşünebileceğini. O sebeple korkutulur işçi ekmeği ile. İşçi ekmeğini kaybetmemek için sabreder;
sabreder karısının, çocuğunun yüzüne bakabilmek için. Hasan Hüseyin
Korkmazgil, bu hikâyeyi ne güzel
anlatır: “ben işçi çocuğuyum
evladım/demiryolu atölyesi işçilerinden/emekli Şükrü’nün oğluyum/ekmekle doydu
karnım/ekmekle avutuldum/ekmekle korkutuldum/sen sofraya havyar da koysan kuzu
kızartması da/önce ekmeğe varır elim/çilemin adı benim/ekmek kavgası”
İktidarların, servet sahiplerinin, ağaların ve patronların
korktukları, tedirgin oldukları, çekindikleri
“ekmek” kutsaldır çünkü alın terinin karşılığıdır. 1 Mayıs; ekmeği çalanları, azaltanları,
zamanında vermeyenleri emekçilerin alın terinde boğdukları ve hakkın galip
geldiği günün adıdır. Çoğalsın ekmeğimiz, bilinsin emeğimiz!