Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.80
Gram Altın
2979.11
BIST 100
9737.9
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Yeni bir cemaat olarak Cafeler

Dini çağrışımlarıyla önplana çıkan cemaat kavramı, tarihsel ve sosyolojik gelişmelerin kavşağında anlam kazanmaktadır. Aynı zamanda cemaat kavramının günümüze gelinceye kadar geçirdiği anlam değişiklikleri ayrıca analiz edilmeye değerdir.

İlkin, geleneksel toplumlardan modern toplumlara geçişte cemaatten cemiyete doğru bir dönüşüm yaşanmıştır. Ferdinand Tönnies “Cemaat ve Cemiyet” isimli kitabında bu dönüşümü kavramın içerikleri çerçevesinde ele almaktadır. Buna göre cemaat geleneksel toplumların daha kolektiviteye dayanan yapısını ifade ederken, cemiyet de modern dönemde bireyselleşmeye vurgu yapmaktadır. Cemaat kendi içinde organik bir bütün ve ilişkiler ağı olarak ortaya çıkmaktadır.

Sistematik din sosyolojisinin kurucularından JoachimWach ise dini tecrübenin üç ifade biçimi olduğunu belirtmektedir. Birincisi, dini tecrübenin teorik anlatımı olan akide (inanç), ikinci, pratik boyutu olan ibadet ve ritüeller, üçüncüsü ise, dini tecrübenin sosyolojik anlatımı olan cemaatlerdir. Bunlar tüm dinlerde görülen ortak niteliklerdir. Dolayısıyla “cemaat” kavramının sosyolojik bir olgu olarak görülmesi gerektiği ortaya çıkmaktadır. Fakat cemaat kavramını sadece “dini cemaat” olarak değil; insanların gruplaşmalar şeklinde biraraya gelmeleri gibi geniş anlamını da ihmal etmemek gerekir.

Modern döneme evrildikten sonra geleneksel yapıların zayıflaması beklenmekteydi. Elbette bu yapılarda ciddi zayıflamalar da meydana geldi. Ancak modernleşme toplumlarda ciddi dönüşümler meydana getirmekteyken, niçin cemaat kavramı önemini korumaya devam etmektedir? Bunun ilk elden cevabı modernliğin soğuk yapısı karşısında cemaatin dayanışma ve sıcak ilişkilere dayalı perspektifidir. Dikkat edilirse Durkheim gibi erken dönem sosyologları gibi bugün Habermas’ın dile getirdiği sorunun başında “dayanışma” gelmektedir. Böylece cemaat kavramının ilk işlevini belirtmiş olduk.

Cemaat kavramı bireyselleşmenin getirebileceği handikaplardan birisi olan “yalnızlık” sorununu yüzyüze ilişkilerle aşabilme potansiyeline sahiptir. Burada insanlar birbirleriyle yüzyüze ilişkiler kurarak konuşmak ve dertleşmek imkanına sahiptirler. Diğer yandan cemaatin bürokrasiden uzak yakın ilişki konsepti kişisel sorunların halledilebilmesini sağlayabilmektedir. Ayrıca cemaat şahsi hayat, gündelik yaşam ve iş hayatı arasında yarattığı geçişkenlikler ile insanın yaşayabileceği parçalanma ve bölünme karşısında bir imkan oluşturabilmektedir.

Bugün gelinen noktada postmodernniteliğin hakimiyetini artırdığını gözlemlemekteyiz. Bu bağlamda öznelliklere ciddi yığınak yapıldığını bilmekteyiz. Bu öznellik insanın kendi merkezinden başlayarak dünyayı algılamasını birlikte getirmektedir. Fakat paradoksal olarak bu öznelliklerin bir şekilde paylaşımı ve yeni bir dayanışma tarzının yaratılması söz konusudur. Klasik cemaatler kendi müntesiplerini hayata belirli bir perspektiften bakma ve tavır almaya zorlamaktadırlar. Ancak bugünün insanları ve özellikle gençleri hayat karşısında daha esnek, geçici ve öznel yaklaşımları benimsemekte ve bu anlamda klasik cemaatlerin köşeli bakış açılarını ve fikirlerini “esatir-i evvelin” olarak nitelemektedirler.

İşte bu yeni eğilimlerin “cafe”leri öne çıkardığını görmekteyiz. Fakat cafeler, kahvehanelerden farklı olarak bir yaşam tarzının ve perspektifinin bütünsel parçası olmaktan ziyade bir başka entite olarak görünmektedir. Bu bağlamda cafeler insanın nihai ihtiyacı olan yüzyüze ilişkileri sağlamaktadır. Fakat kolektivitenin öznelliğe, dayanışmanın rekabete, ortak kaderin başarı hikayelerine dönüştüğü cafeler değişen postmodern zamanların yeni cemaat yapısı olarak ortaya çıkmaktadır. Genel olarak cafelerin bir yaşam tarzı yarattığını gözlemlemek mümkündür ki, kendi içinde ritüeller üretmesini de bu bağlamda okumak gerekir.