Vahdet-i Vücut Felsefesi ve Deprem
Yüzbin hâne yıkılsa ve mumları sönse Ay’ın nuru bâkidir.
Erzurumlu
İbrahim Hakkı, Marifetnâme, s. 156
Havf
ve reca arasındaki yol yani korkudan ümide uzanan dar köprü kişiye acziyetini
hissettiren en etkili eşiktir. Orada cüzi iradesiyle kâinatta nasıl bir nokta
olduğunu kavrayan canın tefekkürü vardır. Orada hıçkırığı vardır hançerede
nicedir bekleyen duaların, âhı vardır. Orada bütünü idrak eden parça, parçanın
ağrısını hisseden bütün vardır.
On
ilimizi etkisi altına alan Kahramanmaraş merkezli deprem gösterdi ki hayalleri,
idealleri, hırs ve hevesleri, aşkları, beklentileri ile dünyadaki insan dağa
tutunan bir gelincik hükmündedir. Şiddetli bir rüzgâr gelir de dağılır alımlı
ama hassas kanatları. Bazen beklenmedik bir sarsıntı gelinciği kökünden
koparıverir. Üstelik onun yurdu olan dağları yerinden oynatır. Gören gördüğünü;
neyi nasıl bir şiddette yaşadığını seneler geçtikçe anlar. Şimdilerde dağılan
her zerre; rüzgârın, yağmurun, soğuğun akışına teslim her detay bize 2023’ün
sancılı şubatını hatırlatacak. Nasıl bir mahşer provası yaşadığımızı, mahkeme-i
kübrânın yüce meydanında toplanacak insanlar gibi, sevgili bir sesin peşine
düşen çılgın arayışımızı hiç unutturmayacak.
Cılız
bedenler üzerine çöken binaların ağırlığıyla, soğukla, yoklukla, çaresizlikle,
kayıplarla imtihan olan milyonlarca insan… Ciğerparesini toprağa veren ana
babalar, canının diğer yarısına kefen arayan kardeşler, sevileni Rabbin
rahmetine teslim edip doğduğu beldelere veda eden yarımlar, yaşanmışlıklarını
ardında bırakanlar… Çıldırtıcı bir bekleyişle elinden gelenin fazlasını yapmak
için çırpınan hayatlar… Bir diğer yanda orada duyduğu ve duyamadığı her
çığlığa, gözyaşına, feryada kalbini, uykularını, malını, kanını siper eden
büyük kalabalıklar… Bütün imkân ve duasını, adına imtihan dediği hizmetin
emrine veren ve kardeşim, ülkem, vatanım nidasıyla arşı titreten güzel insanlar…
Ben bu can pazarında kiminle konuşmuşsam bir uykusuzluğun ağrısını taşıyordu
bağrında. Sıcak evinde üşüyen, ısınmaktan utanan bedenler gördüm nereye baksam…
Üstelik derin ve yakıcı bir acının üstesinden ancak iyilikle gelinebileceğini
müşahede ettim. Ayağında mesti ile boynu bükük yardım bölgesine gelen
babalarımızın, evinin ocağının yıkılışına içli içli ağlayan ak yüzlü, ak alınlı
annelerimizin, “ben önemli değilim” diyerek küçük evladına birkaç parça almak
isteyen mahcup ablalarımızın acısına dokununca söner gibi olduğunu fark ettim
ağrıların. Ne olduğunu anlayamayan fakat hisseden küçük çocuklara uzatılan bir
tebessümün, tebessüm eşliğinde paylaşılan bir oyuncak arabanın içimizin ateşini
söndürmese de teskin eden munis detaylardan olduğunu öğrendim. En çok “bu kadarı
yeter, kalanını da ihtiyacı olan alsın” diyen sözlerin sesleri kaldı solumda. Böyle
yazılmamışsa da o söz tarihin ibretlik tabiatına; acı çekiyorum, öyleyse varım…
Hepimizde sancı çekmezsek ve göçen hanelerin acısını sadrımızda duymazsak
insanlık sınavını kaybedecekmişiz gibi bir hissiyat var… Sahiden öyle mi?
İçimizde titreyen sadece bir vazife bilinci mi? Bence çok daha fazlası…
Vahdet-i
vücut felsefesine gören kâinat bütündür; iyisi ve kötüsüyle her kişi de
Hâlık’ın ruhundan üflediği bu bütünün parçası. Yani aynı enerji alanı
içerisinde tüm insanlık, aynı denizin damlaları, aynı nefesin zerreleri…
Mütemadi bir akışa maruz kalan fertler de gerek duyularla gerekse his
yordamıyla bütünü esir alan sancıyı bilip tanıyorlar. Orada üşüyen canların
bizi uyutmaması bundan... Bundan bir diğeri yemek bulamazken bitap düşmemiz.
Mevcut durum, vücuttaki bir ağrıdan diğer azaların etkilenmesine benziyor.
Fakat bu tesirin tüm uzuvları aynı şiddette etkilemediği muhakkak… Belki bazılarındaki
merhamet ve vicdan yetisinin üzerine sinen sis tabakası, belki bazılarının dokusu
ile arasına giren duvarların kalınlığı… Ama bence en büyük sebep kalpteki bir
ağrıdan ona yakın olan organın daha ziyade nasip alması!
Bir
gönül ihtilâline ihtiyacımız var. Tahrip olan şehirlerimizi düzenlerken
hayatlarımızda, özlerimizde de yeni bir düzenleme yapma iştiyakıyla yanmaya. Zira
vücut ülkesinin esenlik bulabilmesi için tüm illerde reform yapılması şart. Aslında
hep özlediğimiz ve huzursuzluğunu hissettiğimiz fakat icraya bir türlü fırsat
bulamadığımız topyekûn bir gönül seferine ihtiyacımız var. Aksi hâlde sorulmaz
mı bize;
Biz
depreme can, kan ve mal verdik de deprem bize ne verdi?
Selam ile.